2012/01/05

...

En son Acıbadem'den koştura koştura gittiğimi hatırlıyorum. En son o gün gördüm. Belki sonra gördüm bir daha. Hatırlamıyorum. Söz vermiştim. Bir sürü söz vermiştim. Tutamadım o sözleri. Ama sebebi vardı. Valla vardı. Hep aklımdaydı onlar. Ama yapamadım bir türlü. Vaktim yoktu demeyeceğim tabii ki. Vardı. Ama işte tutamadım.
Haa. Kadıköy'de karşılaşmıştık. Yanında birisi vardı. Hatırlamıyorum şimdi. Bir şey olmuştu. Dedikodu yapacaktık galiba. Kafam biraz güzeldi o akşam. Tamam, tamam. Çok güzeldi kafam. Sana bir şey anlatmıştım. "Görüşmemiz gerekiyor" demiştin. Sanırım o gece gördüm en son seni. Onlarca şey aklıma geliyor şimdi. Belki o yüzden bir şey hissedemiyorum. Böyle anılar hızlı hızlı gelince aklına donup kalırsın ya. Öyle. Hissetmiyorum bir şey. Kafamdan hızlı hızlı düşünceler geçiyor. Çok saçma. Beynim patlayacak gibi. Dolapta bir küçük rakı var. Soğuk. İçebilirim tam şu an. Sigara içmem gerekiyor. Çekmecemde 2 dal sigara var. Atmamışım nedense. Halbuki dolu bir paket sigarayı arkadaşıma vermiştim. Ama o 2 dal kalmış. Winston Soft. Şu an senin içtiğin sigara markası geldi aklıma. Viceroy içiyordun galiba. Gri paket. Belki ben yanlış hatırlıyorum. Bilmiyorum. Bırakmıştın zaten. Çok önemli değil Bir kadeh rakı içsem mesela. Bakkal sabaha kadar açık. Sigara alabilirim rahatlıkla. Belki şişeyi bitiririm. Ama olmaz. "İçme" demiştin sen. Telefon kullanmayı bırakmıştım geçen sene. Sen çok sevinmiştin bunu duyunca. Kulağıma doğru eğilip "Durumumla alakası yok ama insan ister istemez düşünüyor" demiştin. Hafif utangaç bir şekilde tebessüm etmiştin. Dalga geçerim mi sandın? Başımın ağrısı alnıma vuruyor. Zonkluyor resmen. Televizyon açık. Saçma bir yarışma programı var. Kapatmak istiyorum. Olmuyor bir türlü. Neydi? Ha! İçki içmemem lazım. Armut yerim o zaman. Hem sağlıklı bir şey o. Zararsız. Ağrı artıyor. Belki ilaç almalıyım. Kafama takıldı cidden. Hangi marka sigara içiyordun? Yanlış hatırlıyorum büyük ihtimalle çünkü. Bira içtiğini hatırlıyorum mesela. Başka? Bir kaç kitap adı var aklımda. Bir kaç film adı. Sen önermiştin. Saçma sapan sorularıma sakin sakin cevap verirdin. Ne çabuk geçmiş zaman kullanmaya başladım cümlelerde. Yazının başında da böyle mi kuruyordum cümleleri? Annem bir şeyler söylüyor. Dinlemediğim için anlamıyorum. Sanırım annemin bu kadar çok konuşması baş ağrımı arttıran. Konuşmamı istiyor galiba. Konuşmak istemiyorum ama. Tutamadığın sözler çok kötü. Çok can acıtıyor onlar. Tak tak tak kafana vuruyorlar.
"Niye tutmadım o sözleri" diye düşünüyorum şimdi. Gitmeyeceğini biliyordum çünkü. "Nasılsa burada" diyordum. Ertelemek değil ama bu. Kısıtlı bir zamanımızın olmadığına inandırmaktı galiba.
Bir ara aradım seni ama telefonun açılmadı. Karşımda bir arkadaş vardı. Tedirgin bir şekilde bakıştık. "Yok artık"dedi hemen ardından. Birasından büyük bir yudum aldı.
Bir telefon geldi bu akşam. o gün karşımda oturan arkadaşım arıyordu. "Ayakta mısın" diye sordu. "Evet" dedim. "Otursana kardeşim" dedi. Oturdum. Aklımdan onlarca isim geçti o bir kaç saniyelik sessizlikte. Ama seni hiç düşünmemiştim. Senin ismini duyacağımı hiç düşünmemiştim. Çok saçma geldi. Saçma.

2011/12/23

Ay Büyürken Uyuyamazmış!

Normalde izlediğim filmleri pek eleştirmem. En azından blogumda. Zaten eleştirmek falan benim haddime değil. İşin okulunda okusam bile eleştirmenlik farklı bir durum. Zevk-renk meselesi var bir de.
"Niye yazıyorsun o zaman bu yazıyı?" diye soruyorsun içinden. Bilmiyorum valla. Konu bulamadım. Bu çıktı.

-Ay Büyürken Uyuyamam.

"Şerif Gören Efsanesi" diye bir kavram vardı bende. Yol, Kurbağalar, Yılanların Öcü, Amerikalı gibi filmleri izledikten sonra oluştu bu kavram bende ister istemez. İlkbaharda duymuştum Şerif Gören'in tekrardan sinemaya döneceğini. 18 yıl sonra yanlış bilmiyorsam. Eser Necati Cumalı'ya ait. Kendi içinde iyi oyuculara sahip. Doyurucu bir bütçe ile çekilmiş. Eleştirileri okumama rağmen "Şerif Gören kaç seneden sonra sinemaya dönücek ve ben izlemeyeceğim ahahahaaa " diye geçirdim içimden. Hatta dışımdan. Fakat, o ne öyle be ağbi?! Eleştirmek benim haddime değil demiştim. Hatta düşüncelerimi bile kendime saklıyorum. Yalnız 2 şey söyleyeceğim. 1-Filmin senaryosu YOK. 2-"Sosyal Deprem'i" (çok garip ve ne idüğü belirsiz) bir deprem sahnesi ile anlatmışlar. İzleyip izlememek size kalmış. Ben yine de Şerif Gören gibi bir yönetmenin filmini beyazperdede izlemekten mutluyum.

-Acımasız Tanrı

Roman Polanski'nin (neredeyse) tek mekanda geçen filmi. Zaman zaman bu -tek mekan- olayı yüzünden biraz bunaldım. Fakat hikaye öyle bir ilerliyor ki tövbe-bismillah gözünüz o tek mekana takılmıyor bile. 4 insanın "özlerine" dönmelerini izlemek ise muhteşemdi. Bir de ben filmden etkilendiğimi hafızama filmden bir kaç cümle attıysam anlarım.
-Erkekler oyuncaklarına çok bağlanıyorsa bu onları küçültüyor.
-Erkeklerin iki eli boş olmalı.
Alan adlı müstesna karakterin telefonu için "Bütün hayatım oradaydı" demesi, hayatını telefona endekslemiş (ya da genel olarak teknoloji) insanların ne kadar komik daha doğrusu acınası olduğunu gösteriyor. Zaten yukarıda yazdığım repliklerde bu telefon muhabbeti ile alakalı. Sadece telefonuna çok bağlı erkekler bile gidip izlemeli ve ne kadar aptal durduklarını görmeliler. Onun dışında Alan gayet güzel bir karakter. Rahatlığı filmin başında biraz rahatsız ediyor fakat ilerleyen dakikalarda yükselen gerilimi dindiriyor. En azından beni gülümsetti.
Onun dışında Alan "düzene ayak uydurmuş" bir avukat. Onun dışında Penelope'nin her an sinir krizi geçirecek hali beni benden aldı.

-Spoiler-
Kate Winslet çok güzel kustu cidden.
-Spoiler-

-Labirent

İşte sanırım 4 film arasından en beğendiğim bu oldu. Filmi izlerken "Ben bu hikayeyi bir yerden hatırlıyorum" diyorsunuz. Çünkü hem klasik casus filmlerine benziyor hem de gerçek hayatta yaşadığımız canlı bomba eylemlerini hatırlatıyor. (Bana göre) Kesinlikle özenti değil bu film. Türk işi olduğunu hissettiriyor. Ama acemiliğinden değil. Zaten acemice çekilmemiş bu film. Bilmiyorum. ben beğendim. Aksiyon filmlerini seviyorsanız kesinlikle tavsiye ederim. Oyucular zaten harika. Özellikler Ozan Bilen ve Umut Kurt damgasını vurmuş. Hatta oyunculuklarıyla dövmüşler. Şimdi bir kaç replik var aklımda ama yazarsam spoiler'ın allahını vermiş olurum. O yüzden tek bir cümle yazacağım. Fikret: Bu ilk mi sanıyorsun. (Ki bu cümle bence yeter. Hatta Artar.)

-Entelköy Efeköy'e Karşı

"Şahin Irmak var. Bol bol güleriz artık" diyen varsa sakın gitmesin bu filme. Salonda 6 kişiydik 2 kişi ara verildiğinde çıktı. Diğer çift ise daha sabırlıydı. Ama çocuk koca salonda volta attı durdu arada. Kızda sürekli telefonuyla oynadı. Zaten film başladıktan 15 dk. sonra çıktılar. Çıkarken "Beklediğim gibi değildi. Şahin Irmak niye oynamış yea" gibi laflar etti çocuk. Çok güzel hareketler tadında bir şey bekliyorlardı herhalde. Neyse canım bana ne. Niye anlattım bilmiyorum. "Bugün tarihini satan yarın donunu satar" diyen bir "Aşırı"mız var mesela elimizde. Efeköy ahalisinin gözünü açmaya çalışan bir adam bu. Muhtar ile tatlı bir kapışması var. Amcaoğlu diye bir şey yapamıyor ama Muhtara. Nejat Yavaşoğulları var bir de filmde. Ben misafir oyuncudur zannediyordum ama bayaa rol almış. Hiç fena olmamış. Güzel güzel dinledik Bulutsuzluk Özlemini. Hoştu. Film de güzeldi gayet. Afişinden, fragmanından özellikle ADINDAN daha güzel bir film vardı karşımda. Önyargı ile yaklaşmayalım lütfen bu filme. İzleyelim.


*"Niye bu başlığı koydun?" diye sordun herhalde içinden. Ay Büyürken Uyuyamam filminde "Kadınlar ay büyürken uyuyamaz" diyorlardı. Entelköy-Efeköy'e Karşıda da aynı muhabbet vardı. Muhtar diyordu orada da "Ay Büyürken Uyuyamazmış" diye. Hatta "Aşırı" karakteri bu lafın çıkış noktasınıda anlatıyor bize bir güzel. Aynı dönemde vizyona giren 2 filmde de aynı muhabbetin dönmesi hoşuma gitti. O yüzden böyle bir başlık koydum.

2011/12/20

Üstüne alınan alınsın. BANA NE!

"Aşık oldum" lafını hiç kullanmadım galiba. Kullandıysam yalan söylemişim demektir. Pardon. Şöyle bir düşününce cidden aşk lafının ne anlama geldiğini bilmediğimi farkettim. Sözlük'e baktım, ekşi sözlük yorumlarına baktım abarttım viki'ye bile baktım. VE BİR BOK ANLAMADIM. Aşk lafını benim beynimim süper ötesi kıvrımları alglayamıyor sanırım. Eblehleşiyorum.

Etrafımda bulunan insanlara baktığım zaman ise ben aşk değil saplantı görüyorum. Büyük ihtimalle başkalarının aşk diye nitelendirdiği his benim gözümden bakıldığında sadece saplantı. Birisini elde etme hırsı
İlla bana aşık olsun durumu
Benim için onu terk etti
Onun için nasıl beni terk eder
Ben güzelim diğeri çirkin
Ben akıllıyım diğeri salak
vs. vs.
İnsanlardan sık sık duyduğum laflar bunlar. Benim ağzımdan da aynıları çıkıyor zaten. Ama bu aşk değil bence. Kazanma hırsı. "Abii adam tam gerizekalı, beni tanıdıktan sonra nasıl döner o herife", "Ya karı iğrenç. Görsen miden kalkar. Nasıl bir mide varsa bu da onu seçti" gibi gibi laflar duyuyorum. Hep karşı tarafı ezen, "Ben mükemmelim" havalarında gezinen insanlar. Mesela ben öyle değilim. Hatta sevgililerimin eski ya da yeni sevgililerini çok beğenirim. Hatta içimden hak veririm ama dışarı vurmam pek zor olur valla. Neyse. O lafları eden insanların bir de "aşığımmm" naralarını duymak mide bulandırıyor. Siktir git angut demekten kendimi alamıyorum. Bayaa saplantılı çünkü. Gözünü hırs bürümüş. "Çünkü aşığım" diyerek kendini haklı çıkartmaya çalışıyor. Hee ben de öyleyim. Gayet kabul ediyorum.
Bir de şey durumu var ben de. Böyle hoşlanıyorum birisinden mesela. Ama kendime yakıştıramıyorum bu durumu. Neden? Çünkü arkadaşımın eski sevgilisi belki eski sevgilimin arkadaşı ya da arkadaşımın hoşlandığı adam ve ya zamanında arkasından demediğimi bırakmadığım bir adam. Bunlardan bir tanesi olabilir ya da kabuslarda bile zor görünecek cinsten bütün bu özelliklere sahip bir adamdan hoşlanılır. Hee. Evet. Sonra bu basit hoşlanma bende büyür büyür... Yok büyümez aslında. Ben büyütürüm sadece. Neden? Çünkü utanırım. "Nasıl yaparım?" diye sorgularım sürekli kendimi. Halbuki elimde olan bir şey değildir bu. Hislerime söz geçirecek kuvvetim yok. Zaten böyle bir kuvveti olduğunu sanan varsa "Senin hislerin kuvvetli değilmiş canım" der ve giderim. Haa! Ben büyütürüm işte bunu. "Aşık oldum" ben diye bas bas bağırırım. Öyle bir şey değildir ama. O hoşlanma ya da beğenme durumu beni utandırdığı için aşk gibi temiz bir şeyi kullanarak temizlemeye çalışıyorum kendimi. Yalnız burada şöyle bir fark var. "Ben aşığım" diyerek kendini kötü hissetmeni engellemek var. Bir de "Ben aşığım" diyerek yaptığın iğrençlikleri (ayrıldığın halde eski sevgilini taciz etme ve ya hoşlandığın kız sevgilisini aldatırken....) kapatmaya çalışma durumu var.

Neyse! "aşk" kavramını anlamıyorum. "Aşık" olduğunda hissedilen şeyleri ben hissedemiyorum. Çünkü ben "aşk" şeysini bir paravan ya da ne bileyim çamaşır suyu niyetine kullanıyorum. Ruh eşi bilmem ne zırvalarına hiç girmeyeceğim o mertebeye ulaşabilmem için önce gerçekten aşık olmam gerekiyor bence.

Bir de etrafımda o birbirlerine "çok aşık" olan insanlar nedense bir önceki sevgililerini aldatmışlar. Bilmiyorum. Belki ben paravan olarak kullandığım için o şnsanlarda öyle kullanıyormuş gibi hissediyorum. "Sevgilimi bu kadınla aldattım ben kesin aşığım" falan denilmiyor tabii. O bir süreç. Ya da değil. Ben saçmalıyorum belki. Herkesi kendim gibi görüyorum. Aslında "aşığım" diyen insanlara inanmıyorum. Sorun bu! Adam kız arkadaşını aldatıyor (ki burada en büyük mesele "aldatmak" kelimesinin anlamını bilmediği için aldatmadığına dair yeminler ediyor) bu sırada konuştuğu diğer kıza aşık olduğunu anlıyor. Siktir git! Sen ne bok yediğini bildiğin için kendine yakıştıramıyorsun ve kendini bir yalana inandırıyorsun. İşte bazı yalanlar 6 yıl sürüyor bazıları 1 ay. Bence bu kadar.

Niye bu yazıyı yazdığıma dair en ufak bir fikrim yok. Güzel bir olay ile ilgili bir post hazırlayacaktım ama bu çıktı.
Bu yazıyı yayınladıktan sonra insanlar arayıp "Bana mı laf soktun" diye mırlayacaklar. Bir kez daha tekrarlamakta fayda var diye düşünüyorum. Yazıyı yazarken "ay şuna laf sokayım" diye bir şey geçirmiyorum içimden, hatta gelen telefonlardan sonra şaşırıyorum. Çünkü ben a hakkında yazarken b üstüne alınmış mesela. Blogumu okuyanlara burada laf sokmam. O kadar değil. LAf sokuyorsam zaten isim veririm. Genellikle blogumu okumadığını düşündüğüm insanlarla alakalı örnekler veriyorum. Ama yarası olan yine gocunabilir. Bence sorun yok.

2011/10/17

öyle böyle

İnsanların fotoğraflarını çekip, sapık gibi saklama özelliğim bir işe yaradı en sonunda. Gazetede çalışmaya başladım arkadaş. Sürekli fotoğraf çekiyorum ve sadece seçtiğim fotoğrafları yayın yönetmenine veriyorum. Çok enteresan bir olay. En azından benim için.
2 haftadır eşşek gibi çalışıyorum. Haftanın 2 günü okula gidip, diğer 4 gün sabah 9 akşam 7 çalışmak nasıl zor bir şey tahmin bile edemezsiniz. Hele benim gibi kafasına estiği zaman dışarı çıkan bir insan için ofis ortamında bulunmak gerçekten zor. Zaman zaman belediyeye ya da kaymakamlığa gittiğimde pek mesut oluyorum. Gün yüzü görüyorum.
Resmi olarak 1 gün izinliyim. "Pazar". Pazar günü benim için başlı başına bir stres kaynağıdır. (Ertesi gün yeni hafta başlayacaktır. Hava kesin yağmurludur.) Pazar günleri benim için daha bir korkutucu olmaya başladı. Hem evde oturmak istiyorum, hem de dışarı çıkmak. Evde kalıp çay-kahve içmek, film izlemek, uyumak, yemeklerimi tam saatinde yemek yiyorum. Ama diğer yanım var yaa. Üf! "Dışarı çıksana yavşak." diye bağırıyor bana. Bunları dışarıda da yapabilirsin diyor. Doğru. "Hatta arkadaşlarınla buluşursun fazladan" diyor o içimdeki. Ee doğru.
İşin en saçma tarafı, oradan oraya koşturmama rağmen hayvan kadar boş vaktim var. Ve ben bu duruma çok üzülüyorum. Haftada 40 saat boyunca bilgisayarın başında olduğum için evde olduğum zamanlar bilgisayarı açmıyorum genellikle. Televizyon izlerken başım ağrıyor. Kitap okuyorum, film izliyorum fakat vakit dolmuyor. İşten çıkıp insanlarla buluşuyorum Taksim'de ya da Beşiktaş'ta. Yalnız bir orospu çocuğu var. Ööf! O geçen hafta bana Bebek'te buluşalım dedi. Ağzını burnunu kıracaktım. Puşt! O saatte Bebek'e nasıl gidilir mal! Yemin ediyorum etrafımda bir sürü dallama var.
Ben de bazen dallama olabiliyorum. Üzülmeye, dertlenmeye gerek yok.
Tabii bütün bunlar bloga az uğramam için bir sebep değil. Biliyorum. Elimden gelen bu kadar ama.

Bütün yazıyı bir okuyayım dedim ama afedersiniz bok gibi yazmışım resmen. (Kimsenin eleştirisine ihtiyacım yok. Gerekirse kendi eleştirimi kendim yaparım diyen ergen kız.)

Reklam yapmadan yazıyı bitirmek istemedim. :)
Güzel hikayeler okumak isteyen insanlar varsa onları da şu yöne alalım. Özellikle ESKAM'ı severek okuyoruz.



2011/09/27

Her sene mayıs ayında kesin bi' bok yiyorum ben. İstisnasız. Kesin. "ulahn! sen bu diilsin salakh" diye kızıyorum kendime. Çok geçmeden kalbim pır pır çarpmaya başlıyor ve "nıh nıh nıh" diye iğrenç bir şekilde gülüyorum.

3 ay önce yaşadığım şeyi neden bugün yazdığım ise ayrı bir mevzu.
Komik.


İnsan en yakın arkadaşına bile güvenmemeli. Bazı konularda.

2011/06/12

böylebişeybudaişte

Yazmayınca yazmayı unutuyormuşsun. Hee! Böyle saçma bir giriş yaptım. Çok hoş.

Kısa bir ara verdim malum.


Çok değişik şeyler yaptım bu zaman diliminde. Ooo ne seksler, ne fuhuşlar... Yok lahn! Sıradan bir hayat. Araba kullanıyorum şu sıralar bol bol. O ilginç bak. Bir de aşık oldum. O daha bir enteresan. Aşık olduğum adamın yaşı ise daha bir enteresan falan. Öyle işte.

Yaşar Kemal okuyun arada sırada. Ben çok severim.
Bu Diyar Baştanbaşa ile başlayabilirsiniz mesela. Güzeldir o.

Oy kullandım mesela bugün. O kabine girene kadar çok emindim kendimden. Pusulayı açtım. Tam mühürü basıcam gözüm bağımsızlara kaydı. Çetin Doğan'ı gördüm ilk. 60 bin oy yeter sözü geldi aklıma. Sonra Sırrı Süreyya Önder'i gördüm. Valla hiç konuşmasını dinlemedim onun. Ama güleç yüzü aklıma geldi. Sırıttım. Bunların hepsi 3 saniyede falan oldu galiba. Birden ayıldım ve mühürü bastım gerekli partiye. Çekirdek ailemiz ilk kez aynı partiye oy vermiş oldu. Genelde babam hep gıcıklık yapardı. Garip şeyler işte.

Bir de nedense Şişlide oy vermekten dolayı pek memnunum. Neden bilmiyorum valla. Ama pek hoş göründü bugün sokaklar gözüme. Hee! Öyle.


Oy vermeyen insanlar varsa. Koşun! Oy verin hemen. İnternete filtre gelmesin lan. Üzülürüm.