2010/09/24

Fransızca...

Sevgili anneciğim Galatasaray lisesinden mezun olduğu için franzsızcayı ana dili gibi konuşur. (Hey maşşallah!) Tabii bunun benim üzerinde ki kötü etkileri saymakla bitmez. 3-4 yaşında bir bebe iken, sabahları fransızca şarkılarla uyandırılmak ne demek bilemezsiniz. Haa! Güzel tabii. Ama ayda 1 veya 2 kez böyle uyandırılmak güzel. Her allahın günü bu şarkılarla uyandırılmak değil. Bunun dışında, evde sürekli fransız kanalları açık olurdu. Hem annemin hoşuna giderdi, hem "Şiv'anın kulağı alışsın. İlerde zorluk çekmesin telaffuzda" dendiği için. 8. sınıfa gelene kadar fransızcadan rahatlıkla kaçabildim. Ama ne olduysa o 2003-2004 eğitim-öğretim yılında oldu. O sene sevgili okulum "2.dil koyalım hobareyy" diye bağırarak hem almanca hem de fransızcayı koydular. Sonra dediler ki "Ay siz bu 2 dilden istediğinizi seçin. Biz karışmayız." Ulan! Madem bir iş yaptın tam yap! Niye el kadar çocuğa seçtiriyorsun. Fransızca mı, almanca mı diye düşünürken...Öehh! Ne düşünmesi?! Tabii ki fransızcayı seçtim. Kapı gibi annem vardı. Başım sıkıştığı an anneciğime danışabilirdim. Haa! İşler pek benim umduğum gibi ilerlemedi o ayrı. Annem "Tek başına öğren. Başkalarının anne-babası biliyor mu?!" diye yardım eli uzatmadı. İşin acı tarafı, sınıfta ki bir çok gerizekalının annesi veya babası bir fransız okulundan mezundu. Ve annem bana yardım etmiyordu.

"Çok çileler çektim, çok zorlandım" demeyeceğim. Gayet rahat bir şekilde öğrendim fransızcayı. 1 senede ne kadar öğrettilerse tabii. Sonra LGS mi ne haltsa, ben o dönem biraz salak oldum. "Almanca okiycamm ben yeaa" diye ergen tripleri attım evdekilere. "Aman tamam diyelim. Ergenlik işte" diyen annem. "Ya 8 senedir ingilizce okudu bu kız. Aptallık etmesin. Hayvan gibi ingilizcesi var" diyen babam. "Ehuehe! Babama karşı geleyim. Annem bana yardım eder" diyen gerizekalı Şiv'a. İstediğim okula girdim. Allah kahretsin! Hem Almanca öğrenemedim. Hem o bit kadar olan fransızcamı unuttum. İşin en kötü tarafı, sular seller gibi konuştuğum ingilizce puff oldu gitti.

Geçen seneye kadar... Okulum sayesinde İngilizceyi tekrardan canlandırabildim. (Derslerimin bir kısmı ingilizce işleniyor. İyi ki!) Haa almanca hala yok ama olsun. Arada sırada arkadaşlarla almancayı hatırlama girişimlerimiz oluyor. O kadar. Bu Temmuz ayında Fransızca kursuna gittim. Tabii ben kursa başlarken "Ohh Fransız kültür, İstiklal, Fransızca şarkılar, filmler, hebeele hübelee" diye geziniyordum. Bir de nasıl güveniyorum kendime. Öyle böyle değil ama! "Ben zaten biliyorum biraz fransızca. İlk aylar rahat geçecek. Hahaaaay!" diye hayaller kuruyordum.
"Enne!" Kursa gitmeye başlayınca benim beynim tıkandı. Salak oldum resmen. 2 kelimeyi bir araya getiremiyorum.

(Sakın bana öncesinde getirebiliyor muydun diye sormayın. Denendi-Onaylandı. Bir arkadaşım ile mesajlaşırken iş döndü dolaştı fransızcaya geldi. O da biliyormuş fransızca. 2-3 tane fransızca mesaj attık birbirimize. Sonra o tıkandı. Ben değil! "Ben tıkandım" diyince. "Ehuehe!" diye dalga geçtim. Tabii içimden.)

1 gün geçti, 2 gün geçti bende tık yok. Anlamıyorum. Çözemiyorum. O kelimeler birbirinin içine giriyor. Bir kelimeden bilmem kimin şarkısı geliyor aklıma, onu söylemeye başlıyorum içimden. Kısacası o 1 ay bok gibi geçti benim için. Zaten bildiğim şeyleri kurs sayesinde unuttum sonra yeniden öğrendim. Bir halta yaramadı kısacası. Sonra dedim ki ben "Ayy! Ben hiç tatil yapmadım. Bir tatile çıksam ne güzel olur aslında." Annem dayanamadı "Anneeeem" diye sarıldı bana. 2. ay da yazdırmadı beni kursa. Eylül ayında dedim ki " Yaa okullar başlayacak. Off tam kendime geliyordum yaa. Kötü olucak." Annem kıyamadı "Bebeğiiiim" diye aldı koynuna. Ekim ayı için hazırlık yapmaya başladım bu sefer. "Yaa tam okul başladı. Önce ona alışsam. Hem ehliyet alayım önce. O daha önemli tabii" dedim. Annem "Siktir lan" diye bağırdı. Kısacası yarın annem kursa kaydımı yaptıracak. Bir yanım istiyor. "Vöhöeey! Yeni bir çevre, yeni dostluklar, İstiklal...." Diğer yanım hiç istemiyorum. "Ayhh! Yeni insanlara kendini tanıtma çabası, cumartesi-pazarın ölmesi, fazladan ders çalışmak...."

Lanet olsun! Annem şimdiden ilerisini düşünmeye başladı. "Ehehe 12 ayda bu kursu bitirirsin, diplomanı alırsın. Biraz ara verirsin. Sonra ispanyolca kursuna gidersin. Belki italyanca. Fransızcadan sonra onlar kolay gelir." Hayır "İspanyolca" diyor. Allahım! Çıldıracak gibi oluyorum o İspanya ve İspanyolca laflarında. Nefret ediyorum. Tiksiniyorum. Eskiden en çok merak ettiğim dilden nefret etmek ayrı bir mevzu. Ama öğrenirsem, en azından öğrenmeye çalışırsam bir şeyleri unutabilirim.

Ama bu kurs bana iyi gelecek gibi hissediyorum. Kafamı meşgul edecek biraz. Hem belki canımın acıdığını unuturum.

2010/09/21

Sarı Defter

Dün neredeyse 6 saat boyunca Ayşegül ve onun biricik danaları ile beraberdim. Antikacılar sokağında "Grange" diye bir yerde oturduk, muhabbet ettik, eğlendik... Ben nasıl bir insanım biliyor musunuz? Herkes ile muhabbet ederim. Haa belki görüşmem, aramam. Ama tanıdığa rastladığım an gayet samimi bir şekilde konuşurum. Öyle saklamam hissettikleri, fikirlerimi. Bende çoğu şey açıktır. Gizlediğim şeyler yok mu? Var tabii! Ama ya insanları üzmemek için söylemem yada başkaları rica eder söyleme diye. Yoksa ben anlatırım. Hiç sorun değil. Neyse...Hayatımda zevk aldığım ender muhabbetlerden biri oldu . Öyle Rönesans döneminden falan bahsetmedik. İşin en güzel tarafı sadece 1 bira içtim. Daha fazla içmeme gerek kalmadı. Hatta o bir birayı bile içmesem olurdu. Ayşegül ve danalarının bünye üzerindeki etkisi çok şaşırtıcı. Onlarla konuşmak bana apayrı bir kafa yaşattı. Mutlu oldum. En güzeli aldığım kararları açıkladığım an bir kişi karşıma çıkıp "Yanlış yaptın" demedi. Hepsi destekledi. Onların anlattıkları ile benim de kafamda ki düşünceler netleşti. Bazı şeyleri bilirsiniz ama elinizde somut deliller yoktur ya hani. İşte o somut delillere dün ulaştım ben. Ve tiksindim. "Nasıl görememişim" diye hayıflandım. Dün bütün gece aklıma işittiğim laflar geldi. O lafların altında neler yattığını gördüm. "Öahh" dedim kendime. "Şiv'a ne aptalsın kızım. Hiç mi farketmedin?!" Farketmedim ama işte.Böyle şeyler görmediğim için anlamamışım işte. Ne salaklık. Ama artık biliyorum. Hayatımı buna göre düzenleyeceğim. Aynı masada oturdum bugüne kadar. Öğrenene kadar. Ama artık "Dur" demenin vakti geldi. Ben yokum. Kendi kendinize at koşturun.

Amann! Daha önemli bir durum var. Hayatımı tamamen değiştirecek bir şey. Sarı bir defter. Hediye olarak gelmedi. Dünyada sadece 10 tane yok bu defterden. İçinde "Benimle evlenir misin" de yazmıyor. Bildiğin defter işte. Dia'dan aldım. 2 liraya. Haa! Çok tatlı inkar edemem. Biraz da o yüzden aldım. "Niye önemli?" diye sorarsanız. "Ne biliyiiim ben yeaa!" diye cevap veririm. Sevdim ama defteri. Sanki ona yazacağım şeyler, küçük notlar, hatırlatmalar bana iyi gelicek. Kendimi tanımaya başlayacağım. Sadece bu yüzden bile mutlu olabilirim.



Diyeceğim çok laf var ama...Neyse!

Benden istenilen ne varsa yaptım. Ne söylendiyse yaptım. Hala adam yerine konulmamak acıtıyor canımı.

2010/09/17

İçmeyeni dövdüler!


"Ya kesin Yarkın gelmeyecek. Satıcak beni piç. Tek başıma gitmek zorunda kalacağım İstiklal'e. Piç hep böyle yapıyor." diye söylenerek Yarkın'ı aradım. Yavrum o da benim aramamı bekliyormuş. Telefonu kapattıktan sonra bir utandım, bir sıkıldım. Ne yapayım ama?! Lafı fazla uzatmayayım. Yarkın ile Küçük Beyoğlu'na giderken, liseden çok sevdiğimiz bir arkadaşımızı gördük. Rica, minnet ikna ettik gelmeye. Şimdi sorsam Elif'e "Sıkıldın mı?" diye. "İyi ki geldim yeaa." diye bağırır gülerek. Neyse, gittik Küçük Beyoğlu'na. Arkadaşlarımızı da bulduk. Arkadaşlarımız? Ulan! Kimseyi tanımıyordum masada. Hayır tanımadığım insanların geleceğini biliyordum. "Aman yaa kogötüne." diyordum ama. Yok bebeğim. Öyle değilmiş. Beni aldı bir korku. "Ne yapacağım lan lan lan" diye bağırıyor içimden bir ses. Haa arkadaşım değiller ama tanıyorum tabii. Eski sevgilimin üniversiteden arkadaşları. Ben "Ooh kafaları kırarım" derken. Oraya gidince anladım durumu. "Ulan nasıl kafayı kıracağım?" Kafayı kırsam "Hahaaa sevgilisinden ayrıldı yerlerde sürünüyor rezilll" diyecekler. Kafayı kırmasam "Ayy pek sıkıcı bu bee. İyi ki ayrılmışlar kız hiç eğlenceli değil" derler. Hayır, Allah kahretsin! Herifler Mimar Sinan'da Sinema okuyor lan! Hem kültürlü, hem zeki, hem entellektüel. Hayır muhabbet etmem genel olarak zor. Çünkü bazılarının burnu pek bir havada. (Senden benden cana yakın olanlar var ayrı.) Muhabbet etmesi zor insanlar. Masada 15 kişi var (aşağı yukarı) ve ben topu topu 5 kişiyi tanıyorum. (Emre, Yarkın, Elif, Pınar, Oğuz S.) Hee! Pınar'ı 2 sene boyunca toplam 8 kez, Oğuz S.'yi ise en son 1 sene önce görmüştüm. (Zaten o ilk tanışmamızdı.) Kısacası ne kafayı kırabilecektim ne de çekingenlikten yeni insanlar ile tanışabilcektim. Ben bunları düşünürken en son duymak isteyeceğim şeyi duydum. Hem de karşımda ki adam ciğerlerini patlatmak istercesine bağıra bağıra söyledi. Bütün masa sessizliğe büründü. Hatta yemin ederim ben o sırada bir Allahın kulunu duymadım. İçimden "Hebele, hübele, eciriiyee" diye geçirirken Yarkın'ın bakışı ile kendime geldim. Hemen kendime geldim. Boku başkalarına atıp sıyrıldım işin içinden.(: Sonra aldı beni bir şımarıklık. "Tutku gelsin yeaa" diye ağlanmaya başladım. Tutku da geldi. ( Tutku'yu bu 3. görüşüm. o da ayrı.) Saatler geçtikçe başımız dönmeye başladı. Zaten kaç günün yorgunluğu var, bir de alkol alınca iyice kötü olmaya başladım. Yarkın'ın şapkası elden ele dolaşıyor. Ayağa kalkıp dans ediyoruz. "Ohh be mutluyum lan, kimseyi s*kime takmıyorum" dedim içimden. Ulan tam bunları düşünürken mi eski sevgili muhabbeti açılır. Hayır, anlıyorum Emre'yi ama açma muhabbeti lan. Ben durduramıyorum kendimi. Emre ile konuşurken herhalde eski sevgilimin arkasaından laf mı ettim, ne dediysem artık Yarkın bana pis pis bakışlar atmaya başladı. "Senin ananı-bacını sikerim" tadında bakışlar ve sarhoşluğun verdiği mıy mıylık ile "Böhüeüheeüe" diye ağlamaya başladım. Millet "Ya ağlama, siktiret" diye teselli ediyor. Yarkın "Özür dilerim. Benim yüzümden oldu" diyerek yüzümü kaldırmaya çalışıyor. Ben daha fazla zırlayarak Tutku'ya sarılıyorum. Peki niye Tutku'ya sarılıyorum? Adam neden ağladığımı biliyor ondan. Hee sonra ne oldu bilmiyorum ama sustum. Dans etmeye, sapıtmaya devam ettim. Bir ara Yarkın ile aynı anda pilot olduk. Şalterleri indirdik. Hafızayı sildik. Amann! Kötü değildi tam tersine çok güzeldi. Sabah 4'te kalktık masamızdan. 6 kişiydik. Evet Küçük Beyoğlunda sadece 6 kişiydik tabii garsonlar vardı bir de. Şımarıklığım tuttu. Nohutlu pilav yedik, midye dolma yedik. En son "Kızılkayalarda ıslak hamburger yiyekkk yea lütfeeeğn" diye bağırdığımı hatırlıyorum. Bir de Kızılkayalarda bizim erkeklerin 2 tane kıçı kırık allahın orospularına yavşadıklarını. Biraz daha kalsaydık ağızlarını kırıcaktım o sürtüklerin. Harbii sinirlendim. Neyse çıktık. Evlere dağılma vakti dedi birileri. Ben hala "Bira alalım Galata kulesinin orada içeriz. Çok güzel orası n'olurrr." diye yalvarıyorum orada. Biri geldi yanıma, bana bir söz verdi. Ne sözü yada kim diye sorma! Hatırlamıyorum. Çocuğu görsem hatırlarım ama. Sanırım, bu 6 kişi beraber güneşin batışını izlemeye gidicektik. Evet bu galiba. Dağıldık sonra. The Marmara'nın önünden geçerken Yarkın ile haykıra haykıra "Biz Üsküdarızz huu çekeriz, kör kuyulardan suu çekerizz" diye bbağırdık. Neyse, bindik taksiye önce Elif'i bıraktık evine ardından Yarkın ile ben Vildoşuma (anneannem) gittik. Sızdık zaten sonra.

Bakın size ne anlatacağım!

11 Eylül-Karin'e gittim. YYÖ için. Bir takım sebepler yüzünden 1 gün erken kutladı doğum gününü. İyi ki öyle yaptı. Karin'in arka bahçesinin üst tarafını doldurduk. Canım sıkkın olsa bile eğlendim. Yarkın mutlu olsun diye...(:

12 Eylül-"Hayır." Oy verdikten sonra "Haydiie ben maçı Karin'de izleyeceğim yeaa" diyerek kaçtım evden. O gün gerçekten kazanacağımıza inanıyordum. Her iki tarafta yenildik. Neyse!

13 Eylül-Benimle problemi olan insanlar ile konuştum. Sorunları çözdük. En azından ADAM gibi karşıma geçip diyeceklerini dediler. Haa n'oldu? Sorunlar çözüldü.(:

14 Eylül- Doğa'nın doğum günü. 12'den sonra gittim Doğa'ya. Teknik olarak doğum gününü kaçırdım yani. Ama sorun değil. İlk başta telaşlandım. İlk kez evine gidiyordum ve tanımadığım insanlar olucaktı. "Ulan nasıl muhabbete katılacağım" diye kıvranırken...Pehh! O kadar candan yaklaştılar ki hemen kaynaştım. Gece boyunca içtiğim votkalar ertesi gün hıncını aldı tabii. O gece benim için garip geçti. Yapmam dediğim şeyleri yaptım. Söylemem dediğim şeyleri söyledim. Ben o gece "Yeni Şiva" olmak için hazırlandım. Sabah 8 gibi uyudum. "Abi yine tanıdıklar çıktı." diye hayıflandım.

15 Eylül- Öğlen 2'de uyandırıldım. O telefonun o saatte gelmesi ve dinlediğim laflar sayesinde...Amann neyse! Kısacası "Yeni Şiva" olma yolunda 2. adımımı o telefon sonrasında attım. 6 saatlik uyku ile "Gitmicem ben Küçük Beyoğluna yeaa" diye söylene söylene mutfağa gittim. Mutfakta Doğa ve Behzat ikilisi şahane bir kahvaltı hazırlıyorlardı. Bir tarafta mükemmel bir menemen, öbür tarafta sosisler. Şunlar, bunlar... Öff! Canım çekti. Zaten klasik müzik ile uyandırılmışım, bir de o mükemmel kahvaltıyı görünce "Anne-Baba" diye sarılasım geldi. 5 gibi çıktım evden. Yanımda Duygu diye bir kız. Deli biraz ama çok tatlı. Zaten Doğa ve Deniz'in arkadaşı ise +1 önde demektir. 20 dakikalık bir tren yolculuğu ile Kadıköy'e geldik. Küçük Beyoğlu için ayrı bir yazı hazırladım. Anlatacaklarım var.

16 Eylül- Yarkın'ı, Şişli'den Beşiktaş'a kadar yürüttüm. Annemin ofisine bile götürdüm kardeşimi. İyi eziyetimi çekti.(: Kadıköy'e geçtik. Moda'ya gittik. Oturduk, dertleştik. Gelecek ile ilgili ne kadar umut dolu olduğumu farkettim. Karin'e geçtik ardından. İnsanlar geldi, oturdu. Hala laf sokanlar var. Sesimi çıkartmıyorum artık. "Aman karşılık vermeyeyim yine laf sokar" korkusu yok. Sadece gerçekten sinirimi bozmamın bir anlamı yok. O yüzden içmeye devam edebildim. Haa! Midem ve başım 3. birayı kaldıramadı ama neyse.

Öyle işte geçiyor, gidiyor günler. Kendime geliyorum yavaştan. Yok ya! Kendime geldim ben. (:


2010/09/10

Darius.

İyi ki doğdun be Yarkın. Evet! Bütün diyeceklerim bundan ibaret. Senin ne kadar mükemmel bir insan olduğundan veya olayları seri bir şekilde nasıl çözdüğünü anlatmayacağım. Herkes biliyor zaten.(:

Sen benim bu dünyada sahip olduğum değerli 1-2 şeyden birisin.Ne olursa olsun veya ne yaparsam yapayım yanımda duran insanlardan biri oldun sen. Biri mi oldun? Hahaaa(: Yanımda bana bağırmadan duran tek insansın sen.

Seni seviyorum. Keşke seni ne kadar sevdiğimi gösterebilsem. Keşke sana ne kadar değer verdiğimi gösterebilsem. Yapamam ama. Hep daha fazlası var çünkü. Moralim bozuk olduğunda tek bir lafın ile dünyanın en mutlu insanı oluyorum. Senin moralin bozuk olduğunda ise bazen senden bile çok üzülüyorum. Daha çok kafama takıyorum.

Ben tek çocuğum. Kardeşim veya abim yok benim. Ama kardeşim olsaydı nasıl olurdu biliyorum ben. Sen varsın çünkü. Sen "kardeş" kavramının ne olduğunu anlatabildin bana. Sen öğrettin. Senin sayende büyümedim belki ama senin yardımın ile büyüdüm ben. Doğruyu, yanlışı seninle öğrendim. Hatalarımın farkına vardım. Ama hiç engellemedin beni. Hatalarımı söyledi ama yapmamam için uğraşmadın. Bekledin. Benim görmemi bekledin. Tehlikeli anlarda kulağıman çektin. Belki benim sana bir faydam dokunmadı. Ama dediğim gibi ben senin sayende büyüdüm.

Seninle yaşadığım herşey, o kalabalığın içinde 5 dakika ayrı bir yerde sohbet etmemiz, derdimizi sıkılmadan-utanmadan birbirimize anlatabilmemiz... İşte ben bunları sevdim. Bizi daha çok yakınlaştırdı. Bundan tam 2 sene önce doğum gününe gelmiştim. Sahaf'ta kutlamıştın. Karnım acıkmıştı ve yanımdakilerin zoruyla oraya gitmiştim. Açıkcası seni sevmiyordum. Hiç sevmiyordum. Kasıntı, bilmiş, kendini beğenmiş bir PİÇ olarak görüyordum seni. Belki hala öyle görünüyorsun dışarıdan. Seni tanımayan gerizekalılar belki arkandan laf ediyorlar benim eskiden yaptığım gibi. "Keşke" derim, "Keşke gerçek seni görebilseler." O zaman seni neden bu kadar çok sevdiğimi anlarlar. O zaman benim neden herşeye rağmen senin yanında korkusuzca durabildiğimi anlarlar.


Gecenin bir yarısı yazdım bunları. Sonra yayınlamaktan vazgeçtim. Bu sabah beni aradın ya . Ben seni ne kadar sevdiğimi o bugün farkettim köpek. Uyuduğum zaman kimse kaldıramaz beni. Hele bir telefona hayatta uyanmam. Küfürleri savururken bir baktım telefona "Yalım Yarkın Özbalcı" yazısı ve en şapşal fotoğrafın. Bik bik öttü telefon ama ben küfür etmeyi bıraktım. Neyse konuştuklarımızı anlatmama gerek yok. Bugün senin günün. Yoo değil. Şu an eşşek gibi çalışıyorsun. İyi oluyor. Biraz çalışmayı öğreniyorsun. Artık ezilenin yanındasın sen.(:

Yalım Yarkın Özbalcı sen kardeşimsin. Sen var ya... Böyle tövbee estağfirullah Allahlık bir şeysin!

Üçümüz arkadaşız.

Babam beni kucağına aldıktan sonra annemin yanına giderdi. Annem ikimize sarılıp "Üçümüz arkadaşız" derdi en tatlı gülümsemesi ile. O yaşıma geri dönsem ben. O 4 yaşındaki kız olsam yeniden.

Olmaz mı?!

2010/09/08

Yorgan.

"Yorganına sarıl ve çok sevdiğin birisini düşün."

Ben en masum olanını buldum. Tek bir kişi herkesi unutturdu.




Gecenin bir yarısı öğrenci evimde kullandığım yorganı çıkardım. Yorgan için sıcak bir gece. Ama o yorgana sarılınca çok mutlu oluyorum. O yorganı çok seviyorum. O yorgana sarılınca herşeyi unutacağımı biliyorum.

İnanırım.

Kendimden nefret ettiğim günlerden biri daha. Midem bulanıyor. İçki içmekten değil. Sinirden. Çok sinirliyim ve mideme vurdu. Ne düşünmem gerektiğini veya ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. İçim acıyor. Yanımda Doğa ve Deniz vardı bugün. "Ne kadar güzel bir gün" diye düşünürken bir olayların çıkacağını biliyordum. Çıktı. Ben çıkardım. Resmen kendi ağzıma sıçtım. Deniz ile konuşurken bazı şeylerden kurtulmam gerektiğini farkettim. "Saplantı." Evet! Saplantılarımdan kurtulmam gerekiyor artık. Kimse ile ilgisi yok bunların. Sadece ben. Benim sorunlarım. Şimdiye kadar 2 kişiye anlattığım şeyler. Bu gece o saçma sapan yerde ağlarken hep bekledim. Ne zaman sarılacak Deniz? Hep bu soruyu sordum kendime. Tam "Bittim" dediğim an Deniz "Sarılırsam hıçkıra hıçkıra ağlayacaksın" dedi. Dayanamadım. Sarıldım. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Benim çökmüş durumda görenler bu gece görselerdi beni. Tutamıyordum kendimi. Zırlıyordum resmen. O en ufak şeye sinirlenen Deniz tek bir laf etmedi. Sorunun bende olduğunu biliyordu çünkü. Evet! Sorun bende. Bu gece masaya oturan herkes aynı lafı etti. "Sorun sende." Hakan "Sen hangi masaldan fırladın ya" dedi. Deniz "Bu kızın saflığı yetti artık" diye bağırdı bütün gece. Size göre belki safım. Hatta öyleyim. Salaklık derecesinde safım. Her lafınıza inanırım. Yoruyor ama. Çok yoruyor. Bu gece saplantılarımdan kurtulmak için büyük bir adım attım. Telefon rehberimi temizledim. Ayrıca internet ile ilgili bütün şifrelerimi Deniz'e verdim. Deniz'i iyi olduğuma ikna edene kadar yeni şifrelerimi vermeyecek. Çok zor. Ama kafamdan bazı şeyleri rahatlıkla atabileceğim en azından. Benim iyiliğim için kızdı-bağırdı Deniz. Biliyorum. Kendime-kişiliğime sahip çıkabilmem için. Sadece "Ben" iyi olayım diye.

Şu an canım acıyor. Evimde, yatağımda yatıyorum. Mercimek çorbam yanımda. Yorgunum. Midem bulanıyor. Üzmemek için bir tarafımı yırttığım annemi yine üzdüm. Uyumak istiyorum. 20 yılın yorgunluğunu atmak. Yanında herşeyi unuttuğum insanlar var. Onlar yanımda olsun istiyorum. Hep olsunlar ama. Ben sadece mutlu olmak istiyorum. Gözüm kapalı güvendiğim insanlar yanımda olsun. Hep olsunlar ama. En ufak bir olayda terk etmesinler beni. Hep sevsinler beni. Kaybetmekten ne kadar çok korktuğumu görsünler. Çok korkuyorum ben. Çok.

2010/09/07

Laflar hazırladım!

Ahh! Cumartesi günü evden çıkarken ne kadar mutluydum. En sevdiğim insanları görücektim. Neredeyse 3 aydır görmediklerime sarılacaktım doya doya. 2 gündür kapalı kaldığım evden çıktığım gün olucaktı.


Mükemmel başlayan günlerin kötü bitmesini sevmiyorum hiç. Çok mutluydum be! Niye bozdunuz mutluluğumu.


Benim hayatım lan bu! İstediğimi yaparım. İstediğim yere giderim. İstediğim insan ile birlikte olurum. Kimse karışamaz. Hayatım hakkında, yaşadıklarım hakkında kimsenin söz söylemeye hakkı yok. Beğenmiyor, tasvip etmiyor olabilirsiniz.

UMURUMDA DEĞİL!




Şu an için tek bir lafım var. O "Kadıköy bizim" havalarınız var ya. O havanızı fena söndüreceğim sizin. Öyle birilerinin arkasına sığınmam ben. Tek başımayım.

2010/09/04

Yeniden.

Sadece 20 gün kaldı. Yepyeni bir başlangıç için. Saf bir mutluluk için. Herşeyden ve herkesten kurtulabilmem için. Çok az şey kattı bana, giderken de çok az şey götürecek.




30 Mayıs'ta yazmışım bunu. Devamını getiririm diye bırakmışım bir köşede. Sonra ne oldu bilmiyorum ama unuttum bu yazıyı. Gecenin bir vakti görünce hemen düşüncelere daldım tabii ki.

Başlangıç, mutluluk, kurtulmak,.... Ne güzel kelimeler bunlar. Haa! Bu yazılanların ne kadarı gerçekleşti orası ayrı bir konu. Ama 3 ay önce o 4-5 cümleyi yazan kız çok huzurluydu. O kız o zaman huzurlu olduğu için ben şu an mutluyum.