2010/11/25

Mimimimimimim

Mim benim işimi kolaylaştırıyor canlar. Paslayın bana 1-2 mim rahat edeyim. ):

Mim Konusu: Garip Alışkanlıklarımız ve Yapamadıklarımız Nelerdir?

-Babamdan para isteyemem ben. Çok utanırım. Anneme söylerim. O ister babamdan. (Babam dünya tatlısı bir insan ama benim çok saçma bir huylarım var. Saygısızlık olarak görüyorum.)

-Kendimden büyüklerin yanında sigara içemem. 4 yaş büyükten bahsatmiyorum tabii. Arkadaşarımın annesi falan. (Saygısızlık abii bana göre!)

-Büyüklerle konuşurken sesim incelir. Mıy mıy konuşmaya başlarım.

-Annem ve babamı öpmemişsem günümün kötü geçeceğine inanırım.

-Yatmadan önce dinlediğim 4 şarkı vardır. Dinlemeden uyuyamam.

Daha var ama aklıma gelmiyor. Gelirse eklerim.(:

Uyumadan önce dinlediğim 4 şarkı.

You're the only one.
Flying away.
Love.
Time after time.

2010/11/14

Bağırmak istiyorum!

Kasım kastırıyormuş abii! Yazacak onlarca şey var ama yok. Iıh! Elim gitmiyor bilgisayara. Öküzlüğüm tuttu diğer blogları bile okumuyorum. Okumak istiyorum ama bilgisayarın başında vakit geçirmeyi sevmiyorum artık. Dizi izliyorum sürekli. Chuck, The big bang theory, Himym, Gossip Girl, House, Fringe ve yazmaya üşendiğim onlarca dizi.

Şu 3 gündür sürekli içim daralıyor. En mutlu olduğun anlarda bile alttan alta bir şey kemirir ya beynini. Hah! Ondan işte!
En yakın arkadaşlarımdan biri gidecek mesela. Deniz. Cuma akşamı kaldım onda. Doğa-Deniz ve ben. Bir mutluyum, bir üzgünüm. Sürekli anılar kemiriyor beynimi. Deniz'in evine ilk gidişim geliyor. Aynı şeyleri yapmamak için (affedersiniz) götümü yırtıyorum ama olmuyor. Rakı içtim, eğlendim, anlattım, ağladım, anlattım, ağladım, sızdım...Deniz ile bir büyük devirmedim demem en azından. Eğlendim ama üzüldüm. Sürekli aklıma bir şeyler geldi. Dilim çözüldü. Sanki ağzımdan kerpetenle laf alınıyor haa! "Nasılsın?" diye sormadan derdimi anlatan bir insanımdır. Dilimin çözülmesi normal bir durum yani. Sabah Deniz'in küfürleri ile uyandım. Pasaportu geldi ve şu 1 hafta içinde Almanya'ya gitmesi kesinleşti. 1 yıl orada kalacak yea! Asabım bozuldu! Herşeyimi bilen arkadaşım gidiyor. "Artık kimseye derdimi anlatamam. Sıkıyor artık. Olayları anlatıyorsun ama yarısında ağzına tıkıyorlar lafı." dedim Deniz'e bugün. Gerçi emşnşm Deniz bile memnun değildir bu kadar çok şey dinlemeye. Yüzüme "Gerizekalısın" diyor ama eminim içinden bin katını diyordur. olsun. Herşeye rağmen dinliyor. Ağzıma sıçsa, duymak istemediklerimi söylese bile konuşuyor benimle. Ağzıma tıkamıyor lafı. O yüzden özleyeceğim onu. Herşeyimi bilen bir insan o. Korktuğum şeyleri dile getiren, beni korumaya çalışan, ilerde pişman olacağımı bildiği için beni engelleyen, yaşadıklarımı bilen, salaklıklarıma katlanan, dinleyen, eleştiren, ağzıma sıçan, mutlu günümde yanımda olan, mutsuz olduğumu söylemeden anlayan, çok içtiğim için kızmayan,...Bunlar işte. Şimdi bu kız 1 yıl yok. Almanya'da. Buraya bunları yazma sebebim ise...Böyle ne bileyim. Gidiyor falan diye değil. Değişmesin diye. En azından bana karşı olan tutumu değişmesin diye yazdım galiba. Bu kadar dürüstüm işte.(: 1 yıl çok uzun bir süre. En azından benim için. Değişmeyeceğini bilsem yazmazdım büyük ihtimalle. Ama nedense çok değişeceğini düşünüyorum. Hüzünleniyorum bir de. Bütün sevdiklerim gidiyor tek tek. Yalın kalıyorum yavaş yavaş. Canım acıyor. Değer veren insanların gitmesi kötü. Çok kötü. Çok özlüyorum beni bırakıp giden insanları. En ufak bir şey bile hatırlatıyor ve ben çok büyük küfürler ediyorum salaklıklarıma. Öyle işte! Böyle bir yazı oldu.

2010/11/07

N'oluyoo yea

Vizelerimin başlaması çok tad kaçırıcı. Ben daha hazır değilim yeaa!

-Anneannemin rahatsızlıkları moralimi bozuyor. Geçen perşembe katarakt ameliyatı oldu mesela. Normalde basit bir ameliyattır. 15 dakikada biter. Düşünün. Ama bizim koca bebek bir heyecan yapmış, bir panik yapmış ve tansiyonu fırlamış. Doktorlar dil altı hapı vermek zorunda kalmışlar. Ama o da kesmemiş anneannemi. Bunun üzerine bir de iğne yapılmış. "Ne iğnesi?" diye sormadım. Bilen bilir beni. Ben doktordan korkarım. O yüzden yanımda iğne, hastane cart curt lafı ettirmem.
Muhabbet uzamasın diye sormadım o yüzden.

-İnsanların yaptıkları şeyleri duyunca yüzüm kızarıyor. Benim yüzüm kızarıyor lahn! Ben bile utanıyorum duyduklarımdan sonra.

-Arkadaşımı benden çalan o orospu çocuğunun hayatını sikmezsem insan değilim. Yemin ederim. Hayatını karartıcam senin!

-Bu blogu açalı 1 yıl oldu haa! Belirtmeden geçmek istemedim.(:

-Kendi aile bağlarını görmezden gelip başka insanların ailelerine bok atan insanlar vardı bir ara. Nerede onlar?

-Çevremdeki insanlar hayatlarını düzene sokuyor. Benim başım kel mi?! "Niye olmuyooor?"

-Bundan sonra "Bana bir şey olmaz yeaa!" diyerek tek başıma sokağa çıkıp, içki içmeyeceğim. Gecenin bir yarısı arkadaşı dersin başından kaldırıp sokaklara çıkartıyorum sonra.

-Hayatımda güçsüz insanlara yer yok. Bu kadar!

-Anne-Baba! Blogumu okumayı bırakın.

-Zamanında çok gurursuzdum. Cidden! Gurursuz insan görmeye tahammülüm yok artık. Ben dahil.

-Bir post hazırlıyorum. 26 Ekim'de yazmaya başladım ama bitmedi bir türlü. Çok uzun değil ama yorucu. İçim sıkılıyor. Yapmak istemiyorum. Yapmak istiyorum.

-Şu 2 haftada ben değiştim. Gaddar oldum. Yazılanlara, duygulara, o çaresiz bekleyişlere, şarkılara, yalanlara.......böyle boş boş bakıyorum artık. Hatta duyduğum bir çok şey ile mutlu oluyorum. Çünkü bu bazı insanlar başlarına geleni sonuna kadar hak ediyor. "Ölme sakın. Daha çok sürün" diye içimden bağırıyorum kahkahalar atarak.


Bir şey ele geçiriyor beni. Ve ben o kadar mutluyum ki.

2010/10/23

Cumartesi günü böyle geçmemeli!

"Allaaaah!" diye bağırarak attım kendimi sokağa. Dışarı çıkmak zorundaydım çünkü Fransızca kursum vardı. Bahanem hazır tabii.(:

Kurs bitti ama Şiv'a durmaz.
"Bir filtre kahve içem kendime gelem yeaa" diyerek oturdum kafeye. Sigara içiyorum yaa, Allah kahretsin! Dışarıda oturup kahve-sigara-kitap keyfi yapayım dedim. Demez olaydım. Bir taraflarım fena dondu.
Ellerim morardı, okuduğum kitabı anlamadım, sigaranın tadı yoktu, kahveye fazla şeker atmışım... Kısacası orada oturduğum 2 saat işkence oldu bana. "Kalksaydın lan!" demeyin sakın. İnatla keyif almaya çalıştım resmen. Haa! Bir halt olmadı.
Kalktım anneanneciğime gideyim dedim. Evde olmadığını biliyordum ama nasılsa anahtar var yeaa.

İşin aslı öyle değilmiş.
Anahtarı soktum. Lan! Dönmüyor. Oturdum merdivenlere radyo dinlemeye başladım telefonumdan. Aldırma gönüüül aldırmaaaaa diye bağırıyor amcam. Birden hüzünlendim. Beni öyle gören müebbet hapis cezası almışım zanneder. Fena kaptırdım. Sonra bir umut tekrardan denedim anahtarı. "N'oluyor yeaa?" diye bağırdım. Anahtar döndü resmen.

Çıtınk!
Kapı açıldı. Ulan! Niye geriyorsunuz beni? Eve girdim "Vuhuueeaaa" diye bağırarak dans ettim. Oturdum televizyon izledim, karnımı doyurdum, ağladım biraz. Bu ağlamak hayatımın bir parçası oldu artık. Asabım bozuluyor! Bekledim gelen yok. Bekledim arayan yok.
Çıktım Kadıköy'e gittim. Yarkın ve yanında bir kaç arkadaş. Tamam bazılarını çok seviyorum ama bazıları...Neyse! Bunlar bilgisayar, internet cafe hebeleeee diye kalktılar. O internet cafe ömrümü yedi resmen. Saçma sapan bir oyun oynadık. Sonra kalktık ve (evet benim zorlamalarım ile) Karin'e gittik. İçtim biraz ama yok olmadı be!



Kısacası bugün beklediğim gibi geçmedi. Aslında başka bir durum ile ilgili bir yazı yazıcaktım ama son anda vazgeçtim. Neden hiç bilmiyorum.

2010/10/21

Okul-Ev-Okul-Ev

Kendi ellerimle yaptığım miss gibi kremalı mantar çorbası duruyor masamın üstünde. Soğusun diye bekliyorum. Sıçak çorba içemem ben. Tıpkı tuzlu yemek yiyemediğim gibi.

3 gündür sadece okul ve ev var hayatımda. Dışarı çıkmadım. Beni tanıyanlar bunun benim için nasıl bir işkence olduğunu bilirler. Ama dışarı çıkmamak demek saçma insanları görmemek olduğu için sorun yok. Haa içki içmiyorum evde olunca. Güzelliklerden biri daha.

Biraz arınmak istedim sadece. Kafamı toplamak, kendimle yüzleşmek. 2 hafta öncesine kadar kafama taktıklarım artık çok saçma geliyor. İntikam, sevgi, aşk... bıdı bıdı artık. Kulaklarım bu sözcükleri duyunca ağrımaya başlıyor. Artık daha büyük sorunlarım var. Eskiden bir sorunum olduğu zaman herkes yardım eli uzatırdı. Birdenbire beliren omuzlar. "Gel hadi ağlayabileceğin bir omuz var artık" gibi. Şimdi onların hiçbiri yok. Belki var ama ben kaçıyorum bu sefer. O eller beni beklemediğim anlarda itti hep. O omuzlar en güvendiğim anda kaydırdı başımı. O yüzden artık kimseye güvenmek yok bu anlamda. Derdimde yanımda olan insanlar ne yazık ki "Ahh bebeğiiim. Benden daha dertlisin sen yaa! Gel anlat bana derdini" diyerek kendilerini "Kurtarıcı" rolüne sokuyorlar. Haa! Ben çok farklıyım sanki! Hayır değilim. Kurtarıcı rolüne girmeyi seviyorum ama insanları "ÇAT" diye yüzüstü bırakmıyorum.

"Adam gibi" yanımda duracak insan varsa buyursun gelsin.

Acaba bu arınma dönemim ne kadar sürecek? Cidden merak ediyorum. Çünkü neredeyse 3 yıldır kendimi bu kadar kapatmamıştım hayata. Gerçi yine kapatmadım ama insan yüzü görecek halim yok resmen. Bir "Bezginlik" çöktü üzerime. O yüzden kimse ile bire bir muhabbete girmek istemiyorum. Twitter bile çekici gelmiyor artık. O derece! Bakalım! Kaç gün devam edeceğim böyle insanlardan kaçmaya. Belki bu 3 gün ile sınırlı kalır, belki 3 ay daha devam eder. Bilmiyorum. Açıkcası merak bile etmiyorum.

Yazasım Yok! Ama Mim Görünce Dayanamıyorum.

Ne yazsam? Kafamda onlarca şey var ama zor geliyor. Böyle anlarda "Mim" resmen benim kurtarıcı meleğim oluyor. (:

™ мγdяєaм tarafından mimlenmişim.

Mim Konusu: İstatistikler Top 5.
İstatistiklere göre en çok okunan ilk 5 yazı.

2010/10/15

Bildiğin Mim!

Girl With The Red Balloon mimlemiş beni. Aslında daha önce görmüştüm ama araya bir olaylar girdi ve bilgisayarımın başına geçip yazamadım. Geç olsun güç olmasın diyerek başlıyorum. Hadi bakalım.

Mim Konusu: Yaşadığınız tüm sıkıntıları geride bırakıp, sevmediğiniz insanlardan, yapmaktan daral gelen işlerden uzağa bir tatile gidiyoruz. Bizi yolcu etmeye gelmiş üstelik gıcık olduğumuz herkes. Alayına çalımlı bir bakış fırlatıp arabamıza bindikten sonra, geride kalanları çatlatırcasına müziğin sesini sonuna kadar açıp, tozu dumana katarak oradan uzaklaşıyoruz.

Şimdi sizden istediğim, mimlediğim herkes bindiği arabanın resmini son ses açtığı şarkının adını, sözlerin bir bölümü ve söyleyen solistin bir resmini yayınlayacak.

Bildiğin Volkswagen işte.












Bildiğin Metallica işte.












Şarkının sözlerini yazmak yerine linki vermek istedim. Neden diye sorma. Üzülürüm.

Buyrun...
Turn The Page.

Mimlediğim 2 kişi var. Galiba ilk mimleri olucak bu. Darius ve Mercan(Kelebek)

2010/10/12

Sabah sinirli uyandıysam sebebi var. Tamam mı?!

Herşey mükemmel giderken aldığınız bir haber vardır yaa. Öff! Canınızı acıtır. Kendimi toparlamışım , mutluyum, eski arkadaşlarımla görüşüyorum. Kısacası hayat bana güzel.

Dün değer verdiğim bir arkadaşımın benim yerime kararlar verdiğini öğrendim. (Öyle abidik bir insan söyledi ki bunu. "Ehe ehe yok yapmamıştır cağğnım" diye acı acı sırıttım.)

Yazık lan bana!

Telefonlar edilmiş hatta bunların benim düşüncelerim olduğu bile söylenmiş. Teşekkür ederim!

Başkasının yerine karar almak ne kadar adice. "Niye yaptın?" diye sorsam "Yeaa senin istediğin buydu. Sen cesaretini toplayana kadar ben söyledim işte." der.

Hayır ama değil işte. Benim istediğim değil bu. Niye yaptı ki? Hayatım üzerinde söz sahibi olduklarını iddia edenlere ne kadar kızdığımı en çok o biliyor. Ve buna rağmen aynı haltı yedi.


Bu insan hala bir konu yüzünden bana kızgınmış. "Ayhh kıyamam." Gerizekalı yavşak!

2010/10/08

Bu Şehirden Bir Yarkın Geçti.

Yarkın 21.15'te otobüse atlayıp İstanbul'u terk etti. Katlanılmaz bir arkadaş olmuşum o yüzden kaçıyormuş. Yok yeaa ondan değil. Daha o kadar eziyet etmedim kardeşime.

Yarkın'ın en büyük hayallerinden biri dağa çıkmaktı. Bu sene bir çok hayalini gerçekleştirdiği için (Dövme-Mızıka çalmak-İyi bir hukuk şirketinde staj imkanı) bu dağa çıkma hayalini fazla geciktirmek istemedi anlaşılan.

Bugün kısıtlı zamanından bana 1 saat ayırdı. O 1 saatte termal eldiven aldık. Bu eldiven teri dışarı atıyormuş." diye bıdı bıdı konuştu durdu. Bugün bayaa bir dalga geçtim Yarkın ile ama tırsmıyor değilim hani. -15 derece soğuk ve bu Yarkın'ın ilk dağ deneyimi. Yanılmıyorsam çıkacakları dağ 3000 metre. Yarkın'ın dayısına göre basit bir dağ imiş. Ee tabii adam uzun zamandır uğraşıyor dağcılık ile. İşin 2 kötü tarafı daha var. Birincisi Yarkın sigara içiyor ve zaman zaman sıkı öksürük krizlerine tutuluyor. İkincisi ise 1-2 gündür hastaydı. Nezle olmuş, burnu tıkalı. Bugün benim yüzümden de üşüttü biraz. Ben biraz salak olduğum için incecik kıyafetler ile çıktım dışarı. Yarkın yanında üşüyen kız istemez. Montunu, beresini, eldivenini çıkardı bana verdi. Ben "Ayhh parmak uçlarım donuyor yeaa" dedikçe kafama vurdu o ayrı. Şu an otobüste ve büyük ihtimalle ateşi çıktı. Neyse ben dalga geçtim çocukla. "Ölürsen mızıkanı alabilir miyim? Ölürsen montunu alabilir miyim" diye sordum durdum. Ama şimdi hafiften bir tırsma başladı bende. Telefon çekmiyormuş tabii allahın dağında. 2 gün boyunca merakla bekleyeceğiz. Neyse ki yarın Yarkın'ın kardeşi Beyza ile buluşuyorum. Beyza ile Yarkın'ın arkasından rahat rahat dalga geçebiliriz

*Aslında yazıcak çok şey var ama tahammülüm yok. Yazdıktan sonra siliyorum hep. 3. cümlede gözlerim dolmaya başlıyor. Gerek yok! Birazda gördüklerimi yazayım dedim. Bakalım...

2010/10/06

Kafayı Kırmaya 3 Kala!

Ben sır saklamayı çok severim. Öyle böyle değil ama! Bayılırım. İnsanlar gelsin sırlarını, dertlerini anlatsın. Haa! Zaman zaman küçük pislikler yapıyorum o ayrı. Mesela bütün sırları hafızamın en uzak köşesine atarım, zamanı geldiğinde belki işe yarar diye. Şimdiye kadar çok az arkadaşımın sırrını ortalığa dökmüşümdür. Döktüysem bir açıklaması vardır zaten. Yaa o insanlar bana çok büyük kazık atmışlardır veya öyle büyük sırlardır ki tek başıma taşıyamadığım için söylemişimdir. Genelde 2.si oluyor bana. Bazı şeyleri taşıyamıyorum. Bir de ağzımdan laf alanlar vardır. Gerçi bu istisnai bir durum.

Yarkın'a özel. Adam herkesin ağzından laf alabilir. Mesela benim bir sırrımı öğrenmiş geçen gün. Sır değildi aslında, sakladığım bir şeydi. Günlerce sordu bana "Öyle mi?" diye "Yok. Öyle değil bu iş." dedim, "Hımm ben yanlış anlamışım o zaman" dedi. Meğersem Yarkın hep uzaktan uzağa ipucu topluyormuş. 1-2 olaydan sonra iyice şüphelenmeye başlamış. İsmini vermek istemediğim bir arkadaşın ağzından almış lafı. Gecenin bir yarısı aradı beni. Bağırmadı, kızmadı. Sadece "Ben sana kardeşim dedim. Ben mi bir şey yaptım? O yüzden mi söylemedin bana?! Hatam varsa söyle." dedi. Tabii beni aldı bir pişmanlık. Açıklamaya çalışıyorum ama açıklanacak bir şey yok. Hatalıyım. NE yapayım?!

Dün buluştuk, konuştuk yüz yüze. Çok kırılmış. Haklı. Ben de kırılırdım. Hayır tecrübeliyim bu konuda. En yakın kız arkadaşım da aynı mevzu yüzünden kırılmıştı bana. Neyse ki hemen affetmişti o beni. (Ne kadar salak olduğumu bildiği için kıyamıyor o bana.)(:

Bakalım Yarkın Bey ne zaman affedecek? "Affettim" dedi ama ben Yarkın'ı biraz tanıyorsam biraz yerlerde süründürecek beni. Bir süre gerilim verecek bana.

2010/10/04

5 Küçük Kirli Sır.

Mia Wallace tarafından mimlendim.

Mim konusu:
5 Küçük İtiraf.

1. Sevgililerimi yakın arkadaşlarından kıskanırım. gerçekten ne hissettiğimi de hayatta anlayamazsınız. O derece!

2.Eskiden sigara dumanına alerjim vardı. 20 metre ötemde içildiği zaman hapşurmaya başlardım. Sonra bir gün ilk sigaramı içtim. Ertesi gün ateşler içinde yatıyordum. Sonra bunu okulu kırma yöntemi olarak kullandım.

3. Bir şey hakkında konuşulurken gülmeye başlıyorsam, bilin ki yaram var. Gülerek kapatmaya çalışıyorum.

4.Takıntılı olduğum bazı insanlar var. Bir şekilde msn-facebook-twitter şifrelerini bulup her gün kontrol ediyorum. Bulamazsam her gün sayfalarına bakıyorum.

5. Sevmediğim insanlara karşı çok gaddarım. "Bilgi güçtür" sözünden yola çıkarak, sırlarını öğrenirim. Haa! Öyle sırlarını açığa çıkarmam, o gerilir zaten ister istemez. Bazen de o sevmediğim insanın sırlarını öğrendikten sonra onu sevmeye başlarım. Kıyamam! Cidden! ):

*Bu da benden olsun.
Sarhoş olduğum zaman çok fazla hisli oluyorum. Sonradan pişman olduğum şeyler yapabiliyorum. O yüzden bir şey anlatacaksınız önce sarhoş olup olmadığımı sorun. Yoksa ertesi gün sizinle dalga geçebilirim.

Ezel değil! Star Wars!

Darius ile konuşurken böyle bir şey oluyor. Ne olduğunu bilmiyorum. Üzüldüğümü anlıyor ve hemen değiştiriyor lafı. Derdimi anlatmam için hiç zorlamıyor. Olta atıyor bana, bende balığım ya tak diye yakalanıyorum oltaya. Sonra takır takır anlatmaya başlıyorum. Neyse benim tadım kaçmaya başlamış hafiften, sürekli Ezel adlı güzide diziden replikler söylüyorum. Nasıl olduğu hakkında en ufak bir fikrim bile yok ama konu bir şekilde Star Wars'a geldi. İşin özü Ezel karakterlerinin Star Wars adlı mükemmel filmden çıktığını gördük. Monte Kristo Kontu falan yalan! Ezel bildiğin Star Wars!

Ezel-Luke Skywalker
Gezegeni kurtaracağım havaları. Saflık. "Ben iyiyim yeaa, buralar var ya benim dededen kaldı." havaları. Aynı yaa!

8-Darth Vader
İçlerinde iyilik var ama "Kötü olmalıyım" diye diye ne hallere düştüler.

Kenan Birkan-Palpatine
Allah belasını versin Palpatine resmen! 8'in Kenan Birkan'ı öldürmesini bekliyorum dört gözle. Haa olmayacak böyle bir şey tabii. Ama Darth Vader'ın Palpatine'i öldürmesi gibi bir sahne izlesek 8 ve Kenan Birkan'dan. Fena olmaz mı?!

Ramiz Dayı-Obi Wan Kenobi
Bilgelik, güç vs. Ramiz ölsün, Obi-Van gibi ışıklı ışıklı, nur inmiş suratını görelim dizinin sonunda.

Bahar-Yoda
Aynı masumiyet. Aynı saflık. Kötü öldüler. Tesadüf mü?

Şebnem-Leia
Neden Leia ile özdeşleştirdik bilmiyorum. Sanırım Tevfik-Şebnem aşkından.

Tevfik-Han Solo
Deli cesareti var ikisinde de. Tabii bir de aşk!

Ali-Chewbacca
"Bağırmaları aynı" dedi Darius. Ben bilmem!

Cengiz-C3PO
İkiside bir halta yaramıyor!

ve

Eyşan-R2D2
İkiside her türlü kapıyı(!) rahatlıkla açabiliyor.

2010/10/03

Fon Müziği.

Mia Wallace tarafından mimlendim. Hee! Ben yavaş bir blog okuyucusu olduğum için yeni gördüm mimi. Olsun. Geç olsun güç olmasın diye başlıyorum yazıma.

"Hayatınıza uygun fon müziği. Fon müziği derken sözlü tabi ama sözleriye değil sadece müziği ile olucak. 3 şarkı seçeceksiniz."

Leonard Cohen-I'm your man. Her dinlediğimde beni benden alıyor bu şarkı. Hiç anım yok bu şarkı ile. Çok sıkıldığım zamanlarda dinlediğim ve huzur bulduğum bir şarkı.

Sektor Gaza-Dopilsya. Bu şarkının ilk 45 saniyesi, zihnimde bir soygun anını canlandırmama neden oluyor. Galiba sadece bu yüzden seviyorum bu şarkıyı.

The Scientists-We had love. Heyecanlı olduğum anlar açıyorum bu şarkıyı. İnançla doluyorum nedense. İşte hayatımın gerçek fon müziği bu.


Bu ilk mimlenişim. Tarihe not düşmek istedim.

Cepleri doldurmaya bakalım!

"Bir yerden başlamak gerek Şiv'a" diyerek attım kendimi sokağa. Vakit öldürecek bir şeyler aramaya başladım. Zaman geçsin istiyordum sadece. Düşünmeye, sorgulamaya vaktim kalmasın hiç. Hep uğraşacak bir şeyler olsun hayatımda. Haa! İnsanlar olmasın ama. İnsanlar ile uğraşmaktan çok sıkıldım artık. Gerizekalı, kendini bir b*k zanneden insanlar! Laf sokmayı bir özellik sayan insanlar! Korkak insanlar! Kendi g*tünü kurtarmaya çalışırken yanında ki insanı yarı yolda bırakan dallamalar! Kendini güçlü zanneden insanlar!
Gerçekten böyle insanlarla uğraşmaktan sıkıldım. "Aman üzülmesin. Ay ben aynı şeyleri yaşatmayayım. Şu an yalnız kalmaya ihtiyacı var. Görüşmesin bizimle kendini toparlasın o yeter. Böyle şeyler sorma." bıdı bıdı bıdı... "Ehh! Bir salak ben miyim?" diye sorasım geliyor bazen. Her şeye katlanan kim? -Ben. Laf sokanlara cevap veren kim? -Ben. Gizlice iş çeviren kim? - Ben. Ulan her şeyi niye ben yapıyorum? Biri de çıksın "Dur lan salah!" desin. Haa demediler mi? Dediler.

İstediğim tek şey "Ben yalnız değilim" demekti. "Ben yalnız değilim" diyorum belki ama cılız bir sesle. Bir de etrafımda dimdik(!) duran "arkadaşlarım" var. Çok seviyorum onları ben!

İşte bütün bunlar yüzünden insanlar ile görüşmemeye karar verdim. En azından bir süreliğine. Kendimi yormaya çalışıyorum. Haftanın her günü okula gidiyorum sırf evde oturmayayım diye. Okul yeterince zorluyor zaten bu sene. Bir sürü ödev, proje, sunum... Zorlaması güzel ama. Bu işi gerçekten isteyenler ortaya çıkacak. Reklam filmi için ürün düşünürken, diğer yandan sinopsis yazıyorum. Onun dışında Fransızca kursum başladı bugün. Cumartesi-Pazar günleri 2'ye kadar doluyum artık. Günde 4 saat Fransızca bakalım bünyeye nasıl gelecek? Film ekimi için biletlerimi aldım. Tüyap Kitap Fuarı için alınacaklar listesini oluşturdum. Her gün en az bir film izlemeye çalışıyorum. Yeni insanlar ile tanışıyorum. Hatta yaz tatilimi bile planlamaya girişiyorum. O derece! Neredeyse 1 senelik plan yaptım. Bu 1 seneyi cebimi doldurmaya ayırdım resmen.Her şeyi öğreneyim, yapmak istediklerimi yapayım istedim. Cepleri doldururken unutmak istedim.


Ben aslında kaçmak istiyorum ama olmuyor. Hep bir şekilde onu hatırlıyorum.

2010/09/24

Fransızca...

Sevgili anneciğim Galatasaray lisesinden mezun olduğu için franzsızcayı ana dili gibi konuşur. (Hey maşşallah!) Tabii bunun benim üzerinde ki kötü etkileri saymakla bitmez. 3-4 yaşında bir bebe iken, sabahları fransızca şarkılarla uyandırılmak ne demek bilemezsiniz. Haa! Güzel tabii. Ama ayda 1 veya 2 kez böyle uyandırılmak güzel. Her allahın günü bu şarkılarla uyandırılmak değil. Bunun dışında, evde sürekli fransız kanalları açık olurdu. Hem annemin hoşuna giderdi, hem "Şiv'anın kulağı alışsın. İlerde zorluk çekmesin telaffuzda" dendiği için. 8. sınıfa gelene kadar fransızcadan rahatlıkla kaçabildim. Ama ne olduysa o 2003-2004 eğitim-öğretim yılında oldu. O sene sevgili okulum "2.dil koyalım hobareyy" diye bağırarak hem almanca hem de fransızcayı koydular. Sonra dediler ki "Ay siz bu 2 dilden istediğinizi seçin. Biz karışmayız." Ulan! Madem bir iş yaptın tam yap! Niye el kadar çocuğa seçtiriyorsun. Fransızca mı, almanca mı diye düşünürken...Öehh! Ne düşünmesi?! Tabii ki fransızcayı seçtim. Kapı gibi annem vardı. Başım sıkıştığı an anneciğime danışabilirdim. Haa! İşler pek benim umduğum gibi ilerlemedi o ayrı. Annem "Tek başına öğren. Başkalarının anne-babası biliyor mu?!" diye yardım eli uzatmadı. İşin acı tarafı, sınıfta ki bir çok gerizekalının annesi veya babası bir fransız okulundan mezundu. Ve annem bana yardım etmiyordu.

"Çok çileler çektim, çok zorlandım" demeyeceğim. Gayet rahat bir şekilde öğrendim fransızcayı. 1 senede ne kadar öğrettilerse tabii. Sonra LGS mi ne haltsa, ben o dönem biraz salak oldum. "Almanca okiycamm ben yeaa" diye ergen tripleri attım evdekilere. "Aman tamam diyelim. Ergenlik işte" diyen annem. "Ya 8 senedir ingilizce okudu bu kız. Aptallık etmesin. Hayvan gibi ingilizcesi var" diyen babam. "Ehuehe! Babama karşı geleyim. Annem bana yardım eder" diyen gerizekalı Şiv'a. İstediğim okula girdim. Allah kahretsin! Hem Almanca öğrenemedim. Hem o bit kadar olan fransızcamı unuttum. İşin en kötü tarafı, sular seller gibi konuştuğum ingilizce puff oldu gitti.

Geçen seneye kadar... Okulum sayesinde İngilizceyi tekrardan canlandırabildim. (Derslerimin bir kısmı ingilizce işleniyor. İyi ki!) Haa almanca hala yok ama olsun. Arada sırada arkadaşlarla almancayı hatırlama girişimlerimiz oluyor. O kadar. Bu Temmuz ayında Fransızca kursuna gittim. Tabii ben kursa başlarken "Ohh Fransız kültür, İstiklal, Fransızca şarkılar, filmler, hebeele hübelee" diye geziniyordum. Bir de nasıl güveniyorum kendime. Öyle böyle değil ama! "Ben zaten biliyorum biraz fransızca. İlk aylar rahat geçecek. Hahaaaay!" diye hayaller kuruyordum.
"Enne!" Kursa gitmeye başlayınca benim beynim tıkandı. Salak oldum resmen. 2 kelimeyi bir araya getiremiyorum.

(Sakın bana öncesinde getirebiliyor muydun diye sormayın. Denendi-Onaylandı. Bir arkadaşım ile mesajlaşırken iş döndü dolaştı fransızcaya geldi. O da biliyormuş fransızca. 2-3 tane fransızca mesaj attık birbirimize. Sonra o tıkandı. Ben değil! "Ben tıkandım" diyince. "Ehuehe!" diye dalga geçtim. Tabii içimden.)

1 gün geçti, 2 gün geçti bende tık yok. Anlamıyorum. Çözemiyorum. O kelimeler birbirinin içine giriyor. Bir kelimeden bilmem kimin şarkısı geliyor aklıma, onu söylemeye başlıyorum içimden. Kısacası o 1 ay bok gibi geçti benim için. Zaten bildiğim şeyleri kurs sayesinde unuttum sonra yeniden öğrendim. Bir halta yaramadı kısacası. Sonra dedim ki ben "Ayy! Ben hiç tatil yapmadım. Bir tatile çıksam ne güzel olur aslında." Annem dayanamadı "Anneeeem" diye sarıldı bana. 2. ay da yazdırmadı beni kursa. Eylül ayında dedim ki " Yaa okullar başlayacak. Off tam kendime geliyordum yaa. Kötü olucak." Annem kıyamadı "Bebeğiiiim" diye aldı koynuna. Ekim ayı için hazırlık yapmaya başladım bu sefer. "Yaa tam okul başladı. Önce ona alışsam. Hem ehliyet alayım önce. O daha önemli tabii" dedim. Annem "Siktir lan" diye bağırdı. Kısacası yarın annem kursa kaydımı yaptıracak. Bir yanım istiyor. "Vöhöeey! Yeni bir çevre, yeni dostluklar, İstiklal...." Diğer yanım hiç istemiyorum. "Ayhh! Yeni insanlara kendini tanıtma çabası, cumartesi-pazarın ölmesi, fazladan ders çalışmak...."

Lanet olsun! Annem şimdiden ilerisini düşünmeye başladı. "Ehehe 12 ayda bu kursu bitirirsin, diplomanı alırsın. Biraz ara verirsin. Sonra ispanyolca kursuna gidersin. Belki italyanca. Fransızcadan sonra onlar kolay gelir." Hayır "İspanyolca" diyor. Allahım! Çıldıracak gibi oluyorum o İspanya ve İspanyolca laflarında. Nefret ediyorum. Tiksiniyorum. Eskiden en çok merak ettiğim dilden nefret etmek ayrı bir mevzu. Ama öğrenirsem, en azından öğrenmeye çalışırsam bir şeyleri unutabilirim.

Ama bu kurs bana iyi gelecek gibi hissediyorum. Kafamı meşgul edecek biraz. Hem belki canımın acıdığını unuturum.

2010/09/21

Sarı Defter

Dün neredeyse 6 saat boyunca Ayşegül ve onun biricik danaları ile beraberdim. Antikacılar sokağında "Grange" diye bir yerde oturduk, muhabbet ettik, eğlendik... Ben nasıl bir insanım biliyor musunuz? Herkes ile muhabbet ederim. Haa belki görüşmem, aramam. Ama tanıdığa rastladığım an gayet samimi bir şekilde konuşurum. Öyle saklamam hissettikleri, fikirlerimi. Bende çoğu şey açıktır. Gizlediğim şeyler yok mu? Var tabii! Ama ya insanları üzmemek için söylemem yada başkaları rica eder söyleme diye. Yoksa ben anlatırım. Hiç sorun değil. Neyse...Hayatımda zevk aldığım ender muhabbetlerden biri oldu . Öyle Rönesans döneminden falan bahsetmedik. İşin en güzel tarafı sadece 1 bira içtim. Daha fazla içmeme gerek kalmadı. Hatta o bir birayı bile içmesem olurdu. Ayşegül ve danalarının bünye üzerindeki etkisi çok şaşırtıcı. Onlarla konuşmak bana apayrı bir kafa yaşattı. Mutlu oldum. En güzeli aldığım kararları açıkladığım an bir kişi karşıma çıkıp "Yanlış yaptın" demedi. Hepsi destekledi. Onların anlattıkları ile benim de kafamda ki düşünceler netleşti. Bazı şeyleri bilirsiniz ama elinizde somut deliller yoktur ya hani. İşte o somut delillere dün ulaştım ben. Ve tiksindim. "Nasıl görememişim" diye hayıflandım. Dün bütün gece aklıma işittiğim laflar geldi. O lafların altında neler yattığını gördüm. "Öahh" dedim kendime. "Şiv'a ne aptalsın kızım. Hiç mi farketmedin?!" Farketmedim ama işte.Böyle şeyler görmediğim için anlamamışım işte. Ne salaklık. Ama artık biliyorum. Hayatımı buna göre düzenleyeceğim. Aynı masada oturdum bugüne kadar. Öğrenene kadar. Ama artık "Dur" demenin vakti geldi. Ben yokum. Kendi kendinize at koşturun.

Amann! Daha önemli bir durum var. Hayatımı tamamen değiştirecek bir şey. Sarı bir defter. Hediye olarak gelmedi. Dünyada sadece 10 tane yok bu defterden. İçinde "Benimle evlenir misin" de yazmıyor. Bildiğin defter işte. Dia'dan aldım. 2 liraya. Haa! Çok tatlı inkar edemem. Biraz da o yüzden aldım. "Niye önemli?" diye sorarsanız. "Ne biliyiiim ben yeaa!" diye cevap veririm. Sevdim ama defteri. Sanki ona yazacağım şeyler, küçük notlar, hatırlatmalar bana iyi gelicek. Kendimi tanımaya başlayacağım. Sadece bu yüzden bile mutlu olabilirim.



Diyeceğim çok laf var ama...Neyse!

Benden istenilen ne varsa yaptım. Ne söylendiyse yaptım. Hala adam yerine konulmamak acıtıyor canımı.

2010/09/17

İçmeyeni dövdüler!


"Ya kesin Yarkın gelmeyecek. Satıcak beni piç. Tek başıma gitmek zorunda kalacağım İstiklal'e. Piç hep böyle yapıyor." diye söylenerek Yarkın'ı aradım. Yavrum o da benim aramamı bekliyormuş. Telefonu kapattıktan sonra bir utandım, bir sıkıldım. Ne yapayım ama?! Lafı fazla uzatmayayım. Yarkın ile Küçük Beyoğlu'na giderken, liseden çok sevdiğimiz bir arkadaşımızı gördük. Rica, minnet ikna ettik gelmeye. Şimdi sorsam Elif'e "Sıkıldın mı?" diye. "İyi ki geldim yeaa." diye bağırır gülerek. Neyse, gittik Küçük Beyoğlu'na. Arkadaşlarımızı da bulduk. Arkadaşlarımız? Ulan! Kimseyi tanımıyordum masada. Hayır tanımadığım insanların geleceğini biliyordum. "Aman yaa kogötüne." diyordum ama. Yok bebeğim. Öyle değilmiş. Beni aldı bir korku. "Ne yapacağım lan lan lan" diye bağırıyor içimden bir ses. Haa arkadaşım değiller ama tanıyorum tabii. Eski sevgilimin üniversiteden arkadaşları. Ben "Ooh kafaları kırarım" derken. Oraya gidince anladım durumu. "Ulan nasıl kafayı kıracağım?" Kafayı kırsam "Hahaaa sevgilisinden ayrıldı yerlerde sürünüyor rezilll" diyecekler. Kafayı kırmasam "Ayy pek sıkıcı bu bee. İyi ki ayrılmışlar kız hiç eğlenceli değil" derler. Hayır, Allah kahretsin! Herifler Mimar Sinan'da Sinema okuyor lan! Hem kültürlü, hem zeki, hem entellektüel. Hayır muhabbet etmem genel olarak zor. Çünkü bazılarının burnu pek bir havada. (Senden benden cana yakın olanlar var ayrı.) Muhabbet etmesi zor insanlar. Masada 15 kişi var (aşağı yukarı) ve ben topu topu 5 kişiyi tanıyorum. (Emre, Yarkın, Elif, Pınar, Oğuz S.) Hee! Pınar'ı 2 sene boyunca toplam 8 kez, Oğuz S.'yi ise en son 1 sene önce görmüştüm. (Zaten o ilk tanışmamızdı.) Kısacası ne kafayı kırabilecektim ne de çekingenlikten yeni insanlar ile tanışabilcektim. Ben bunları düşünürken en son duymak isteyeceğim şeyi duydum. Hem de karşımda ki adam ciğerlerini patlatmak istercesine bağıra bağıra söyledi. Bütün masa sessizliğe büründü. Hatta yemin ederim ben o sırada bir Allahın kulunu duymadım. İçimden "Hebele, hübele, eciriiyee" diye geçirirken Yarkın'ın bakışı ile kendime geldim. Hemen kendime geldim. Boku başkalarına atıp sıyrıldım işin içinden.(: Sonra aldı beni bir şımarıklık. "Tutku gelsin yeaa" diye ağlanmaya başladım. Tutku da geldi. ( Tutku'yu bu 3. görüşüm. o da ayrı.) Saatler geçtikçe başımız dönmeye başladı. Zaten kaç günün yorgunluğu var, bir de alkol alınca iyice kötü olmaya başladım. Yarkın'ın şapkası elden ele dolaşıyor. Ayağa kalkıp dans ediyoruz. "Ohh be mutluyum lan, kimseyi s*kime takmıyorum" dedim içimden. Ulan tam bunları düşünürken mi eski sevgili muhabbeti açılır. Hayır, anlıyorum Emre'yi ama açma muhabbeti lan. Ben durduramıyorum kendimi. Emre ile konuşurken herhalde eski sevgilimin arkasaından laf mı ettim, ne dediysem artık Yarkın bana pis pis bakışlar atmaya başladı. "Senin ananı-bacını sikerim" tadında bakışlar ve sarhoşluğun verdiği mıy mıylık ile "Böhüeüheeüe" diye ağlamaya başladım. Millet "Ya ağlama, siktiret" diye teselli ediyor. Yarkın "Özür dilerim. Benim yüzümden oldu" diyerek yüzümü kaldırmaya çalışıyor. Ben daha fazla zırlayarak Tutku'ya sarılıyorum. Peki niye Tutku'ya sarılıyorum? Adam neden ağladığımı biliyor ondan. Hee sonra ne oldu bilmiyorum ama sustum. Dans etmeye, sapıtmaya devam ettim. Bir ara Yarkın ile aynı anda pilot olduk. Şalterleri indirdik. Hafızayı sildik. Amann! Kötü değildi tam tersine çok güzeldi. Sabah 4'te kalktık masamızdan. 6 kişiydik. Evet Küçük Beyoğlunda sadece 6 kişiydik tabii garsonlar vardı bir de. Şımarıklığım tuttu. Nohutlu pilav yedik, midye dolma yedik. En son "Kızılkayalarda ıslak hamburger yiyekkk yea lütfeeeğn" diye bağırdığımı hatırlıyorum. Bir de Kızılkayalarda bizim erkeklerin 2 tane kıçı kırık allahın orospularına yavşadıklarını. Biraz daha kalsaydık ağızlarını kırıcaktım o sürtüklerin. Harbii sinirlendim. Neyse çıktık. Evlere dağılma vakti dedi birileri. Ben hala "Bira alalım Galata kulesinin orada içeriz. Çok güzel orası n'olurrr." diye yalvarıyorum orada. Biri geldi yanıma, bana bir söz verdi. Ne sözü yada kim diye sorma! Hatırlamıyorum. Çocuğu görsem hatırlarım ama. Sanırım, bu 6 kişi beraber güneşin batışını izlemeye gidicektik. Evet bu galiba. Dağıldık sonra. The Marmara'nın önünden geçerken Yarkın ile haykıra haykıra "Biz Üsküdarızz huu çekeriz, kör kuyulardan suu çekerizz" diye bbağırdık. Neyse, bindik taksiye önce Elif'i bıraktık evine ardından Yarkın ile ben Vildoşuma (anneannem) gittik. Sızdık zaten sonra.

Bakın size ne anlatacağım!

11 Eylül-Karin'e gittim. YYÖ için. Bir takım sebepler yüzünden 1 gün erken kutladı doğum gününü. İyi ki öyle yaptı. Karin'in arka bahçesinin üst tarafını doldurduk. Canım sıkkın olsa bile eğlendim. Yarkın mutlu olsun diye...(:

12 Eylül-"Hayır." Oy verdikten sonra "Haydiie ben maçı Karin'de izleyeceğim yeaa" diyerek kaçtım evden. O gün gerçekten kazanacağımıza inanıyordum. Her iki tarafta yenildik. Neyse!

13 Eylül-Benimle problemi olan insanlar ile konuştum. Sorunları çözdük. En azından ADAM gibi karşıma geçip diyeceklerini dediler. Haa n'oldu? Sorunlar çözüldü.(:

14 Eylül- Doğa'nın doğum günü. 12'den sonra gittim Doğa'ya. Teknik olarak doğum gününü kaçırdım yani. Ama sorun değil. İlk başta telaşlandım. İlk kez evine gidiyordum ve tanımadığım insanlar olucaktı. "Ulan nasıl muhabbete katılacağım" diye kıvranırken...Pehh! O kadar candan yaklaştılar ki hemen kaynaştım. Gece boyunca içtiğim votkalar ertesi gün hıncını aldı tabii. O gece benim için garip geçti. Yapmam dediğim şeyleri yaptım. Söylemem dediğim şeyleri söyledim. Ben o gece "Yeni Şiva" olmak için hazırlandım. Sabah 8 gibi uyudum. "Abi yine tanıdıklar çıktı." diye hayıflandım.

15 Eylül- Öğlen 2'de uyandırıldım. O telefonun o saatte gelmesi ve dinlediğim laflar sayesinde...Amann neyse! Kısacası "Yeni Şiva" olma yolunda 2. adımımı o telefon sonrasında attım. 6 saatlik uyku ile "Gitmicem ben Küçük Beyoğluna yeaa" diye söylene söylene mutfağa gittim. Mutfakta Doğa ve Behzat ikilisi şahane bir kahvaltı hazırlıyorlardı. Bir tarafta mükemmel bir menemen, öbür tarafta sosisler. Şunlar, bunlar... Öff! Canım çekti. Zaten klasik müzik ile uyandırılmışım, bir de o mükemmel kahvaltıyı görünce "Anne-Baba" diye sarılasım geldi. 5 gibi çıktım evden. Yanımda Duygu diye bir kız. Deli biraz ama çok tatlı. Zaten Doğa ve Deniz'in arkadaşı ise +1 önde demektir. 20 dakikalık bir tren yolculuğu ile Kadıköy'e geldik. Küçük Beyoğlu için ayrı bir yazı hazırladım. Anlatacaklarım var.

16 Eylül- Yarkın'ı, Şişli'den Beşiktaş'a kadar yürüttüm. Annemin ofisine bile götürdüm kardeşimi. İyi eziyetimi çekti.(: Kadıköy'e geçtik. Moda'ya gittik. Oturduk, dertleştik. Gelecek ile ilgili ne kadar umut dolu olduğumu farkettim. Karin'e geçtik ardından. İnsanlar geldi, oturdu. Hala laf sokanlar var. Sesimi çıkartmıyorum artık. "Aman karşılık vermeyeyim yine laf sokar" korkusu yok. Sadece gerçekten sinirimi bozmamın bir anlamı yok. O yüzden içmeye devam edebildim. Haa! Midem ve başım 3. birayı kaldıramadı ama neyse.

Öyle işte geçiyor, gidiyor günler. Kendime geliyorum yavaştan. Yok ya! Kendime geldim ben. (:


2010/09/10

Darius.

İyi ki doğdun be Yarkın. Evet! Bütün diyeceklerim bundan ibaret. Senin ne kadar mükemmel bir insan olduğundan veya olayları seri bir şekilde nasıl çözdüğünü anlatmayacağım. Herkes biliyor zaten.(:

Sen benim bu dünyada sahip olduğum değerli 1-2 şeyden birisin.Ne olursa olsun veya ne yaparsam yapayım yanımda duran insanlardan biri oldun sen. Biri mi oldun? Hahaaa(: Yanımda bana bağırmadan duran tek insansın sen.

Seni seviyorum. Keşke seni ne kadar sevdiğimi gösterebilsem. Keşke sana ne kadar değer verdiğimi gösterebilsem. Yapamam ama. Hep daha fazlası var çünkü. Moralim bozuk olduğunda tek bir lafın ile dünyanın en mutlu insanı oluyorum. Senin moralin bozuk olduğunda ise bazen senden bile çok üzülüyorum. Daha çok kafama takıyorum.

Ben tek çocuğum. Kardeşim veya abim yok benim. Ama kardeşim olsaydı nasıl olurdu biliyorum ben. Sen varsın çünkü. Sen "kardeş" kavramının ne olduğunu anlatabildin bana. Sen öğrettin. Senin sayende büyümedim belki ama senin yardımın ile büyüdüm ben. Doğruyu, yanlışı seninle öğrendim. Hatalarımın farkına vardım. Ama hiç engellemedin beni. Hatalarımı söyledi ama yapmamam için uğraşmadın. Bekledin. Benim görmemi bekledin. Tehlikeli anlarda kulağıman çektin. Belki benim sana bir faydam dokunmadı. Ama dediğim gibi ben senin sayende büyüdüm.

Seninle yaşadığım herşey, o kalabalığın içinde 5 dakika ayrı bir yerde sohbet etmemiz, derdimizi sıkılmadan-utanmadan birbirimize anlatabilmemiz... İşte ben bunları sevdim. Bizi daha çok yakınlaştırdı. Bundan tam 2 sene önce doğum gününe gelmiştim. Sahaf'ta kutlamıştın. Karnım acıkmıştı ve yanımdakilerin zoruyla oraya gitmiştim. Açıkcası seni sevmiyordum. Hiç sevmiyordum. Kasıntı, bilmiş, kendini beğenmiş bir PİÇ olarak görüyordum seni. Belki hala öyle görünüyorsun dışarıdan. Seni tanımayan gerizekalılar belki arkandan laf ediyorlar benim eskiden yaptığım gibi. "Keşke" derim, "Keşke gerçek seni görebilseler." O zaman seni neden bu kadar çok sevdiğimi anlarlar. O zaman benim neden herşeye rağmen senin yanında korkusuzca durabildiğimi anlarlar.


Gecenin bir yarısı yazdım bunları. Sonra yayınlamaktan vazgeçtim. Bu sabah beni aradın ya . Ben seni ne kadar sevdiğimi o bugün farkettim köpek. Uyuduğum zaman kimse kaldıramaz beni. Hele bir telefona hayatta uyanmam. Küfürleri savururken bir baktım telefona "Yalım Yarkın Özbalcı" yazısı ve en şapşal fotoğrafın. Bik bik öttü telefon ama ben küfür etmeyi bıraktım. Neyse konuştuklarımızı anlatmama gerek yok. Bugün senin günün. Yoo değil. Şu an eşşek gibi çalışıyorsun. İyi oluyor. Biraz çalışmayı öğreniyorsun. Artık ezilenin yanındasın sen.(:

Yalım Yarkın Özbalcı sen kardeşimsin. Sen var ya... Böyle tövbee estağfirullah Allahlık bir şeysin!

Üçümüz arkadaşız.

Babam beni kucağına aldıktan sonra annemin yanına giderdi. Annem ikimize sarılıp "Üçümüz arkadaşız" derdi en tatlı gülümsemesi ile. O yaşıma geri dönsem ben. O 4 yaşındaki kız olsam yeniden.

Olmaz mı?!

2010/09/08

Yorgan.

"Yorganına sarıl ve çok sevdiğin birisini düşün."

Ben en masum olanını buldum. Tek bir kişi herkesi unutturdu.




Gecenin bir yarısı öğrenci evimde kullandığım yorganı çıkardım. Yorgan için sıcak bir gece. Ama o yorgana sarılınca çok mutlu oluyorum. O yorganı çok seviyorum. O yorgana sarılınca herşeyi unutacağımı biliyorum.

İnanırım.

Kendimden nefret ettiğim günlerden biri daha. Midem bulanıyor. İçki içmekten değil. Sinirden. Çok sinirliyim ve mideme vurdu. Ne düşünmem gerektiğini veya ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. İçim acıyor. Yanımda Doğa ve Deniz vardı bugün. "Ne kadar güzel bir gün" diye düşünürken bir olayların çıkacağını biliyordum. Çıktı. Ben çıkardım. Resmen kendi ağzıma sıçtım. Deniz ile konuşurken bazı şeylerden kurtulmam gerektiğini farkettim. "Saplantı." Evet! Saplantılarımdan kurtulmam gerekiyor artık. Kimse ile ilgisi yok bunların. Sadece ben. Benim sorunlarım. Şimdiye kadar 2 kişiye anlattığım şeyler. Bu gece o saçma sapan yerde ağlarken hep bekledim. Ne zaman sarılacak Deniz? Hep bu soruyu sordum kendime. Tam "Bittim" dediğim an Deniz "Sarılırsam hıçkıra hıçkıra ağlayacaksın" dedi. Dayanamadım. Sarıldım. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Benim çökmüş durumda görenler bu gece görselerdi beni. Tutamıyordum kendimi. Zırlıyordum resmen. O en ufak şeye sinirlenen Deniz tek bir laf etmedi. Sorunun bende olduğunu biliyordu çünkü. Evet! Sorun bende. Bu gece masaya oturan herkes aynı lafı etti. "Sorun sende." Hakan "Sen hangi masaldan fırladın ya" dedi. Deniz "Bu kızın saflığı yetti artık" diye bağırdı bütün gece. Size göre belki safım. Hatta öyleyim. Salaklık derecesinde safım. Her lafınıza inanırım. Yoruyor ama. Çok yoruyor. Bu gece saplantılarımdan kurtulmak için büyük bir adım attım. Telefon rehberimi temizledim. Ayrıca internet ile ilgili bütün şifrelerimi Deniz'e verdim. Deniz'i iyi olduğuma ikna edene kadar yeni şifrelerimi vermeyecek. Çok zor. Ama kafamdan bazı şeyleri rahatlıkla atabileceğim en azından. Benim iyiliğim için kızdı-bağırdı Deniz. Biliyorum. Kendime-kişiliğime sahip çıkabilmem için. Sadece "Ben" iyi olayım diye.

Şu an canım acıyor. Evimde, yatağımda yatıyorum. Mercimek çorbam yanımda. Yorgunum. Midem bulanıyor. Üzmemek için bir tarafımı yırttığım annemi yine üzdüm. Uyumak istiyorum. 20 yılın yorgunluğunu atmak. Yanında herşeyi unuttuğum insanlar var. Onlar yanımda olsun istiyorum. Hep olsunlar ama. Ben sadece mutlu olmak istiyorum. Gözüm kapalı güvendiğim insanlar yanımda olsun. Hep olsunlar ama. En ufak bir olayda terk etmesinler beni. Hep sevsinler beni. Kaybetmekten ne kadar çok korktuğumu görsünler. Çok korkuyorum ben. Çok.

2010/09/07

Laflar hazırladım!

Ahh! Cumartesi günü evden çıkarken ne kadar mutluydum. En sevdiğim insanları görücektim. Neredeyse 3 aydır görmediklerime sarılacaktım doya doya. 2 gündür kapalı kaldığım evden çıktığım gün olucaktı.


Mükemmel başlayan günlerin kötü bitmesini sevmiyorum hiç. Çok mutluydum be! Niye bozdunuz mutluluğumu.


Benim hayatım lan bu! İstediğimi yaparım. İstediğim yere giderim. İstediğim insan ile birlikte olurum. Kimse karışamaz. Hayatım hakkında, yaşadıklarım hakkında kimsenin söz söylemeye hakkı yok. Beğenmiyor, tasvip etmiyor olabilirsiniz.

UMURUMDA DEĞİL!




Şu an için tek bir lafım var. O "Kadıköy bizim" havalarınız var ya. O havanızı fena söndüreceğim sizin. Öyle birilerinin arkasına sığınmam ben. Tek başımayım.

2010/09/04

Yeniden.

Sadece 20 gün kaldı. Yepyeni bir başlangıç için. Saf bir mutluluk için. Herşeyden ve herkesten kurtulabilmem için. Çok az şey kattı bana, giderken de çok az şey götürecek.




30 Mayıs'ta yazmışım bunu. Devamını getiririm diye bırakmışım bir köşede. Sonra ne oldu bilmiyorum ama unuttum bu yazıyı. Gecenin bir vakti görünce hemen düşüncelere daldım tabii ki.

Başlangıç, mutluluk, kurtulmak,.... Ne güzel kelimeler bunlar. Haa! Bu yazılanların ne kadarı gerçekleşti orası ayrı bir konu. Ama 3 ay önce o 4-5 cümleyi yazan kız çok huzurluydu. O kız o zaman huzurlu olduğu için ben şu an mutluyum.

2010/07/18

Anlamak için.

+Güvenmiyorum sana.
-Niye be?

Sana güvenmiyorum derken aslında o kadar çok güveniyordum ki. Kimseye güvenmediğim kadar hatta. Zaten sana güvenmeseydim yaşadığım şeyleri sana anlatamazdım. Sonra değişti bazı şeyler. Anlamadım. Ağzından çıkan lafları hiç üstüme almadım. Her lafının, her hareketenin altında başka şeyler aradım hep. Neden yaptım bunu bilmiyorum ama hep kendimi üzdüm. Seni üzmeyeyim diye uğraştım. Uğraştığımı görünce çok sevdin belki. Belki hiç umurunda olmadı. Bana göre umurunda olmadı ya neyse. Hayatım boyunca ilk kez gözümü kararttım. Sana göre basitti. Hayatım boyunca hep korkarak yaşadım. Bazı durumlarda ise çok rahat bir şekilde insanların karşısında durabildim. Şimdi kendimden o kadar eminim ki. Ben gerçekten cesurum. Diğerleri değil. Sen. Seni bilmiyorum.
Sen kararsızsın. Bazen uzun vadeli planlar yapıyorsun hemen ardından bu planları bir lafın ile parmparça ediyorsun. Sorun ne? Ben miyim yoksa sen misin? Ne oldu?

2010/07/14

1

Sadece 1 gün korkmadan yaşamak istiyorum. O gün sadece bana ayrılsın istiyorum.

2010/06/26

İtiraf ve İntikam-3

Dün gece 1 aydır yaşadıklarımı babama anlattım. Öylece dinledi. Ne kızdı, ne bağırdı. Sadece dinledi. Birilerine anlatmam gerekiyordu hissettiklerimi. Bir babam duruyordu dün gece yanımda. Anlattım. Ağlaya ağlaya anlattım. Canımın ne kadar acıdığını anlattım. Ne kadar korktuğumu, utandığımı anlattım. Saatlerce anlattım. İnsanların ne kadar riyakar ve yalancı olduğunu anlattım. Dost dediğim insanların bile nasıl zalimce arkamdan vurduğunu anlattım. Her konuşmamın sonunda hafifçe bir tebessüm beliriyordu yüzünde. Bunları yeni anladığımı görüyordu. En sonunda sustum. Anlatmam gerekenleri anlatmıştım. Hatta fazlasını anlatmıştım. Sonra durduk. Konuşmadan bekledik. Sonra küfür etmeye başladı babam. Kendimi tutamayıp kahkahayı bastım. Gülmeye başladık sonra. Karnıma ağrılar girerken yanaklarım ıslanıyordu. En güzeli de buydu sanırım. Babam eve girmenin vakti geldi diye yolladı beni. Kaldırımdan kalktığım zaman o mükemmel maviyi(!) gördüm. Eve girdik ses çıkartmamaya çalışarak. Babam beni yatağıma yatırdı, üstümü örttü. Güldü ve gitti.

Uyandığımda saat 2'ye geliyordu. Yastığım ıslaktı. Uykumda ağlamıştım büyük ihtimalle. Tam banyoya girerken telefonum çalmaya başladı. Numara kayıtlı değildi. Tadım kaçtı. Kayıtlı olmayan numaraları açmayı sevmem hiç. Telefonu açtığım an kim olduğunu anladım. Ağzından tek kelime çıkmamış olmasına rağmen anladım kim olduğunu. "Uzun zamandır konuşmuyoruz ama kim olduğumu hatırlamışsındır" dedi. "Evet" dedim. Babamın onu aradığı belliydi. "Baban aradı beni. Sesi endişeliydi. Bir bok yediğin belli." dedi. Kime ihtiyacım olduğunu bilir benim babam. "Dün gece itiraf gecelerimden birini yaşadım o yüzden aramıştır." dedim. Sinsi bir gülme sesi geldi birden. Evet aynı şeyleri düşünüyorduk yine. Tek bir beyin vardı artık. Çektiğim acıyı o da çekiyordu. İçim büyük bir nefret ve kin ile doldu. "İntikamın alınmalı." dedi. Haklıydı. Sonuna kadar haklıydı. Sorun yoktu ama. Tanrı kendi intikamını alıyordu. Ben sadece izleyecektim. Çünkü izlemek keyiflidir! İntikam bekleyebilir. İntikam biraz daha bekleyebilir.

İtiraf ve İntikam-2

Kimse konuşmasın. Kimse soru sormasın. Kimse yargılamasın. Kimse cevap vermesin.
Sadece ben anlatayım. Lafım kesilmesin. Düşünmeden ben anlatayım ne var ne yoksa.

2010/06/23

İtiraf ve İntikam-1

20 Mayıs gecesi. Aslında 21 Mayıs oluyor ama neyse.

2 yıl 3 aydır içimde birikenleri ağlaya ağlaya anlattım. Sadece 2 kişi vardı yanımda. Biri 6 yıllık arkadaşım Dilara, diğeri 2 sene önce tanıştığım ve en ufak sırrımı bile bilmeyen bir adam-Onur. Dilara beni benden daha iyi tanır. Biliyorum. Gözümün içine bakıp ne hissettiğimi bile bilir. O gece alkolün etkisiyle içimde ne varsa anlattım. Yalansız ve abartısız. Korkularımı, hissettiklerimi anlatmaya korkan ben-Şiva. O gece ne var ne yoksa anlattım. Dilara sadece sarıldı. Onur sadece elimi tuttu. O gece ilk kez "keşke" dedim. Keşke arkadaşlarıma sahip çıksaydım. Keşke şunu yapmasaydım, keşke bunu yapmasaydım. Keşke keşke... Ölmekten korkmaz ama keşke demekten korkardım eskiden. O gece o kadar çok "keşke" dedim ki. Allah kahretsin.

2010/04/30

Ha?!

-Unuttuğun birine ne diyebilirsin?
-Hayalet mi?
-Çok sıradan.
-Niye dert ediyorsun?
-Çünkü rahatsız oluyorum.
-Rahatsız olman gerekiyor zaten.
-Evet!

6 sene olmuş. Oha!

2010/03/30

Three Wishes.

We'd be so less fragile

If we're made from metal

And our hearts from iron

And our minds from steel



And if we built an army

Full of tender bodies

Could we love each other?

Would we stop to feel?



And you want three wishes

One to fly the heavens, one to swim like fishes

And then one you're saving for a rainy day

If your lover ever takes her love away



You say you want to know her like a lover

And undo her damage, she'll be new again

Soon you'll find that if you try to save her

It will lose her anger, you will never win



And you want three wishes

You want never bitter and all delicious

And then one you're saving for a rainy day

If your lover ever takes her love away



You want three wishes

One to fly the heavens, one to swim like fishes

You want never bitter and all delicious

And a clean conscience and all it's blisses

You want one true lover with a thousand kisses



You want soft and gentle and never vicious

And then one you're saving for a rainy day

If your lover ever takes her love away


The Pierces.

2010/03/15

2010/01/05

O kendini biliyor.

xxx
Ölmesi gerekeni öldürür, kurtarılması gerekeni kurtarır.